Bu yazının ilk satırları yazılacağı sırada bir Suriye yolcu uçağı TSK’ya ait iki F16 savaş uçağının zoruyla Esenboğa Havalimanına indi. Uçağın kargo bölümünde Suriye’ye gidecek silah olup olmadığı araştırılıyor. Dışişleri Bakanı Davutoğlu operasyonunun sebebini “İstihbarat gizlidir” diyerek açıkladı, yani açıklamadı. Anladığım kadarıyla silah bulunursa –ki mümkündür- savaşa giden yolda bir basamak daha tırmanılacak; bulunamazsa “Pardon” denecek.
Yani?..
Yani savaş tamtamlarının gümbürtüsü artık kulakları sağır edecek düzeye ulaştı.
Bundan sonraki aşama herhalde ve artık “tamtam gümbürtüsü” değil, jet gürültüsü ve top gürlemesi olacak.
Dışişleri Bakanı “Komşularla sıfır sorun” diye başlayıp Osmanlı coğrafyasının bileşenlerinin yeniden bir araya geleceği, Ortadoğu’da merkezinde Osmanlı İmparatorluğunun sınırlarının yer alacağı yeni haritaların çizileceği bir düş dünyasını Türkiye Cumhuriyetinin dış politikasının eksenine dönüştürdü.
Eh, diriltilen(?) bir imparatorluğun sultanı da herhalde 1. Tayyip Erdoğan olur…
Türkiye, siyasal birikimleri, dünyayı analiz yetenek ve yetileri çok tartışmalı (bence tartışmasız) iki adamın elinde bir uçuruma doğru yürüyor.
Buna boyun eğilmez.
Buna seyirci kalınamaz.
“Üç saatte Şam’a gireriz” palavrasını, “Suriye’yi birkaç saat içinde yok ederiz” gözü dönmüşlüğüne sözüm yok.
Keza “Baas rejimine son vermek için savaşa girmek gerekirse girilmelidir” anlamına gelen paragraflar döktüren “genç” ve “sivil” meslektaşa da sözüm yok.
Tarih boyunca Sünniliğin gözüne batan ve çıkarılıp atılması gereken bir diken olarak görülen Şii, Alevi, Nusayrilere, yani Sünni mezhepler dışı islami akımlara diş bileyen “cihat” heveslilerine de sözüm yok.
Barışı savunanlarla akılları sıra dalga geçip kimilerinin futbol tribünlerinden araklanmış “Hakemin gözüne gözlük…” diye başlayan o ayıp tekerlemeyle üslup cambazlığı yaptığı, kimilerinin barışı savunanlara alenen küfrederek kendi sapkınlığına örtmeye çabaladığı akbabalara da sözüm yok.
Ama 9 yıl önce “Irak’ta savaşa hayır” diye ayağa kalkan ve sonuç alınana kadar da oturmayan barışçılara sözüm var.
İki siyaset bezirganının kararlarını kader belleyip seyirci kalamayız.
* * *
Şu satırlar birkaç gün önce Taraf’ta Neşe Düzel arkadaşımızın söyleşi yaptığı Uluslararası Ortadoğu Barış Araştırmaları Merkezinin (IMPR) direktörü Dr. Kaan Dilek’in sözlerinden alındı:
“…Eğer Türkiye ile Suriye savaşırsa, bu, bütün bölgeye yayılan bir Sünni-Şii savaşı olur ki, bu savaşta hepimiz yok oluruz. Bu bir kıyamet senaryosudur, bu savaşın galibi olamaz. Hiçbir hedefi olmayan bu savaşta milyonlarca insan ölür...”
Bu bir uzman görüşü.
Biliyorum bunun tam tersini söyleyecek uzman, araştırmacı, akademisyenler de var.
Tutun ki bu sözleri uzman Kaan Dilek değil de, sıradan bir gazeteci olan ben söylüyorum.
İtirazınız var mı ?
Yanıldığım herhangi bir analiz (=çözümleme) var mı?
Olası bir savaşta Rusya ve Çin’in ellerini kollarını bağlayıp seyredeceklerini, İran’ın bırakın seyretmeyi aktif desteğe geçmeyeceğini, Irak ve Afganistan bataklığından çıkmaya çabalayan ABD’nin bir de Suriye (aslında tümüyle Ortadoğu) bataklığına dalmayı göze alıp Türkiye’nin yanında saf tutacağını sanmak mümkün mü?
Sözüm sizedir: Gelin bu çılgınlığa boyun eğmeyelim, ayağa kalkalım ve sonuç alana kadar da oturmayalım…
Haydi…