Bugün saat 13’de bir avuç (belki daha çok) öğrencisi Zincirlikuyu Mezarlığında, O’nun mezarı başında olacaklar ve öğretmenlerine bir kerre daha saygılarını, sınırsız sevgilerini ve öğrettiklerinden dolayı “minnetlerini” sunacaklar…
Bugün saat 13’de Zincirlikuyu mezarlığında O’nun mezarı başında kimler olacak bilemiyorum. Ama Mustafa Atalay’ın orada olacağına kalıbımı basarım. İstanbul’dan çok uzaklarda olmasaydı Aydın Engin’in de orada olacağını biliyorum. İstanbul’dan çok uzaklarda olmasaydı “mapusane arkadaşı, ranza komşusu” Oya Baydar’ın da orada olacağını biliyorum…
Anladınız.
Behice Boran’dan; bir kuşağın öğretmeninden, o ak saçlı yiğit kadından söz ediyorum…
Öğretmenim diyorum. Öğretmenlerimden biriydi sahiden. Cemal Hakkı Selek gibi, Abidin Nesimi gibi, Sadun Aren gibi, Mehmet Ali Aybar gibi, Müntekim Öçmen gibi…
Gazetecilik mesleğinde ustalarım oldu. Sosyalizm yolunda ise öğretmenlerim. Benim de aralarında yer aldığım bir kuşağa sosyalizmin fakir fukaraya merhamet duyan, iyi kalpli, vicdanlı kadın ve erkeklerin uğraşı olmadığını, insanlığın özgürlük ve adalet arayışında yol gösteren, yöntem sunan bir dünya görüşü (= ideoloji) olduğunu bıkıp usanmadan, Marksizmi, temel ilkelerinden başlayıp adım adım öğreten öğretmenlerimiz…
Ama O’nun yeri başkaydı.
Anılardan anılara atlayıp içimi acıtmak, gözümü yaşartmak istemiyorum.
Örneğin 1987 sonbaharında, “duvar” henüz yıkılmamışken, tarihteki “sosyalizm kuruculuğu” deneyimlerinden biri daha henüz yenilmemişken, siyasal göçmenliğin eğreti dünyasında bize umutlar aşılayan o ak saçlı kadının tabutu önünden geçtiğim, bir sap karanfili sessizce tabutun üstüne bıraktığım, yağmurun ince ince yağdığı, yanımdaki arkadaşımla birlikte bizim de ince ince ağladığımız, kederlere keder katan o Brüksel ikindisinden de söz etmek istemiyorum.
Ben sadece sosyalizm yolundaki öğretmenlerimden birini, -galiba en sevdiğim- öğretmenimi bir kere daha anmak istedim; bir kere daha saygımı, sevgimi ve minnetimi anlatmak istedim.
O kadar…