Günleri saymaya başlayın: Sekiiiiiz, yediiiii, altııııı, beeeeş, döööört, üüüüüç ikiiiii, biiiiir!...
4 Nisan Salı gününe geldik. O gün Ankara’da, 12. Ağırceza Mahkemesi’nde duruşma var. Her zaman içime korkular salan mübaşir, o gün sevinçler muştulayacak. Mahkemenin kapısında bağıracak:
- Ahmet Kenan Evreeeeeen, Tahsin Şahinkayaaaaaa! Duruşmayaaaa!
Mütekait (“emekli” demektir) orgeneraller Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya sanık iskemlesine oturacaklar.
(12 Eylül çemberinden geçenler, gözünüzün önüne getirebiliyor, inanabiliyor musunuz? O iki adam sanık iskemlesine oturacaklar...
Siyasal göçmenlik yıllarımda, Frankfurt’taki arkadaşlarım, Şilili sendikacı Jose ve Şili Komünist Partisi’nden Raul. Siz de kıs kıs gülmeyi, benimle dalga geçmeyi, “Bak biz titrek bir moruk da olsa Pinochet denen darbe eleşabışısını sanık iskemlesine oturttuk. Siz, sizinkini devlet protokolüyle saraylarda ağırlıyorsunuz” diye laf çarptırmayı bırakın artık. Geç oluyor ama galiba oluyor. Haydi siz orada, ben burada kaldıralım şarap kadehlerimizi ve yine o eski ve zorlu günlerdeki gibi seslenelim birbirimize: Venceremos – Biz kazanacağız!
Erdal Eren’in babası, Ahmet Eren, 12 Eylül canilerinin astığı 50 genç yurttaşımızın babaları adına gel sen de bize katıl. Raul’un karısının önce ırzına geçtiler, sonra memelerini kestiler, sonra da boğup öldürdüler. Jose’nin ağabeyini bir duvarn dibinde kurşuna dizdiler. Senin oğlunu 17 yaşındayken, yaşını büyütüp astılar. İçinizde en ucuz atlatan benim. Benim sadece mesleğimde en verimli olabileceğim çağda 12 yılımı çaldılar. Gelin hep birlikte bir kez daha haykıralım: Venceremos – Biz kazanacağız!)
* * *
Bu yazı bir intikam çığlığı mı?
Evet.
O iki eli kanlı adama kin mi duyuyorum?
Evet.
Kin beslemek de, intikam istemek de insana dairdir ve 12 Eylül faşizminin iki elebaşısına kin duymayıp, intikam istememek insana aykırı olsa gerek.
* * *
Biliyorum, yazıyı buraya kadar okuyanlardan kimileri kederle, kimileri ise –nedense- keyif alarak dudak büktüler. 4 Nisan duruşmasına her iki elebaşının sağlık nedenleri (?) ile bizzat gelmeyip, görüntülü yöntemle ifade vermelerine ilişkin başvurularının mahkemece ciddiye alındığını hatırlattılar ve “Boş hayallere kapılmışsın Aydın Engin. Bari bizi ortak etme” filan dediklerini duyar gibiyim.
Biliyorum. Hızla milliyetçilik batağının derinliklerine doğru yol alan AKP’nin 12 Eylül cuntasının yaşayan iki generalinin ciddi olarak yargılanıp mahkum edilmesinden ürkecek kadar ödlek olduğunu biliyorum. Bu tür davalarda yargının ardında güçlü bir siyasal irade bulunmadıkça işin sulanacağını, yargılamanın göstermelik kalacağını bilecek kadar da deney birikimim var. Kimse bana “bağımsıaz yargı” türküsü söylemesin. 27 Mayıs’ta da, 12 Mart’ta ve 12 Eylül’de de o mahkemelerin ardında güçlü (zorba olması güçlü olmasına engel değil) bir siyasal irade bulunmasaydı, o kararlar çıkmazdı.
Ama yine de...
Yine de 12 Eylül çetesinin iki ihtiyar generalinin, yargılanmadan öteki dünyaya göç etmemeleri için 4 Nisan’ı önemli buluyorum. Sanal ortamda bile olsa sanık iskemlesinin sert tahtasını tanımalarını istiyorum. Bunu ülkedeki demokrasinin gelişmesi için “Küçük ama büyük bir adım” olarak görüyorum.
Nitekim bunu böyle görenler o gün Ankara’ya gidiyorlar. Duruşma salonuna giremeseler de önünde, yakınında bir yerlerde 12 Eylül’ün yargılanmasına giden yolun ilk adımını şenlikle karşılayacaklar. 12 Eylül’le hesaplaşmada alınacak daha çok yol var. Ama 4 Nisan ilk ve anlamlı ve somut bir adım olacak.
O yüzden keyfimi kaçırmamaya kararlıyım.
Haydi Jose, haydi Raul, haydi Ahmet Eren, haydi aklı yatan, gönlü çeken herkes; bir ağızdan başlayalım günleri saymaya:
- Sekiiiiiz, yediiiii, altıııı, beeeeş, döööört, üüüüüç ikiiiii, biiiiir!...