30 Ocak 2021

Aczimendi şeyhi ile yan yana sanık iskemlesinde

Birden iskemle komşum Müslüm Gündüz beni dürttü. Fısıltıyla konuştu: Sana değil, bana posta koyuyor bu ademoğlu…

1993 Şubat'ında Cumhuriyet yönetimi bir cinayetin izini sürmek üzere beni Elazığ'a gönderdi. Ayrıntılar bir "Cumartesi mavrası"na uymaz. Devlet tetikçisi kara ünlü Yeşil'in işlediği o cinayetinin ayrıntılarını buraya yazmayacağım.

Haberi yaptım, gazeteye geçtim. Dönüş uçağı ertesi günün akşamında. Otelde pinekleyecek değilim ya, iyi bilmediğim kenti dolaşmaya çıktım.

Meydanlar, ana caddeler derken bir ara sokağa dalmışım. Gözüme eğri büğrü harflerle yazılmış bir tabela ilişti: Aczimendi Dergâhı

"Ben habere gitmedim, haber geldi, bana çarptı" diye keyifle mırıldanıp, dergahın itince açılan kapısını aralayıp içeri daldım. Epey geniş, yerlere halılar, kilimler serilmiş bir salon. İçeride kara cübbesi, kara başlığı, kara sakalları ile yani "Aczimendi üniforması" ile oturan biri hayretle yüzüme baktı. "Ben gazeteciyim sizinle konuşmaya geldim" dedim.

Adam beni tepeden tırnağa süzdü, biraz da hayretle sordu:

- Gazeteci dedin değil mi? İstanbul'dan mı? Hangi gazeteden?

- Cumhuriyet'ten...

İyice şaşırdı. "Az bekle hele" deyip içeri girdi. Sahiden çok az bekledim.

İçeriye etrafından birkaç müridi ile ve olanca heybeti ile Aczimendi şeyhi Müslüm Gündüz girdi. Beni iyice bir süzdü:

- Tanıyom ben seni. Televizyonda gördüm. Cumhuriyet değil mi?

- Cumhuriyet…

O andan itibaren "ağır misafir muamelesi" görmeye başladım Altıma minderler serildi. İçeriye haber salındı, öteki müritler de çağrıldı. 15 – 20 mürit yarım ay yapıp oturdular. Müslüm Gündüz şeyh makamı olan kocaman mindere kuruldu; ben de dizi dibine çöktüm, ses alma aygıtımı açtım ve söyleşi başladı.

Aklıma gelen ve Cumhuriyet okurlarının merak edebileceğini düşündüğüm her soruyu sordum. Müslüm Gündüz her soruya duraksamadan ve uzun uzun cevap verdi.

İstanbul'a döndüm ve Aczimendi söyleşisini birkaç günlük bir dizi olarak tam sayfa yayımladık. Ağır ağır 28 Şubat'ın hazırlandığı günlerdi ve daha sonra daha iyi anlaşıldı ki o "hazırlık"ta Aczimendilerin önemli bir rolü vardı. Onlar bu rolü bilerek mi üstlendiler, yoksa medya ilgisinden başları dönüp bir tezgahın içine mi düştüler bilmiyorum. Ama o günlerde kapkara cüppeleri, kapkara başlıkları, kapkara sakalları ile yollara düşmüşler, Ankara'ya girmeleri polisçe engellenmiş, Müslüm Gündüz TV kanallarında bugünlerdeki Cüppeli Ahmet Hoca gibi sık sık boy göstermeye başlamış, laikliğin dinsizlik, Atatürk'ün "laiklik dini"nin peygamberi, İsmet İnönü'nün de onun halifesi olduğuna ilişkin yavelerini bol keseden savurmaktaydı.

Ama bir habercinin aklına da "Bu Aczimendiler nedir, kimdir, ne düşünür, ne isterler, ne kadarlar, daha önce varlar mıydı, yoksa birden mi ortaya çıktılar, ortaya çıktılar mı, çıkarıldılar mı?" gibi soruları cevap aramak gelmemişti. Bizim söyleşi ise bütün bu soruları ayrıntılı olarak cevaplıyordu.

Bilgisayarımın derinliklerinde bulduğum bir okur mektubundan aktarıyorum:

"… Engin bey, ben bu karasakallı meczupların ellerindeki asa dedikleri sopalar niye eğri büğrü diye merak ederdim. Paraya kıymamışlar, ağaç dallarını, kamışları yontup kendilerine asa yapmışlar herhalde, diye düşünürdüm. Meğer sebebi varmış…"

Evet bir sebebi vardı. İslâm peygamberi Muhammed'in de asası da eğri büğrüymüş. Aczimendiler peygamber dönemindeki yaşam tarzını tümüyle uygulamak istediklerinden torna tezgahında çıkmış değil, sahiden de ağaç dallarından yontulmuş eğri büğrü "asa"lar taşıyorlardı. İslami tarikatların Nurculuk kolundandılar. Ama aynı kökenden gelen Fethullah Gülen Cemaat'ına da kesinlikle karşıydılar. Onları "zenginleşmekle, dünya malına tapmakla" suçluyor ve kendilerini "yoksul Nur talebeleri" olarak tanımlıyorlardı.

* * *

Bizim söyleşi o günlerde epey fiyaka yaptı.

Tabii o "fiyaka" savcıların da gözünden kaçmadı ya da kaçırılmadı ve soruşturma açıldı. Sonunda Aczimendi şeyhi Müslüm Gündüz ile Aydın Engin'i "Atatürk'ü koruma kanununa muhalefet ve şeriat devleti propagandası" suçunu işledikleri gerekçesiyle İstanbul (galiba) 2. Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargıç karşısına diktiler.

Biri kıdemli solcu bir gazeteci, öteki kıdemli Nurcu bir tarikat şeyhi birlikte "bağımsız yargı"nın karşısına çıktık.

Müslüm Gündüz bir avukata bile ihtiyaç duymamıştı. Aczimendi "üniforması" ile bitişiğimdeki sanık iskemlesine kurulmuştu.

Müebbet avukatlarımdan Fikret İlkiz "Bana bak, teknik ve hukuksal savunma yapmaya kalkma. O benim işim. Sen habercinin görevi, gazeteciliğin gereği üstüne söyleyeceğin varsa onu söyle" buyurdu.

Buyruğa uydum ve iddianame okunup söz sırası bana geldiğinde ayağa kalkıp iletişim fakültesinde genç gazeteci adaylarına ders verir gibi haber, habercilik, gazetecilik mesleği, gazetecinin sorumluluğu üstüne konuşmaya başladım. Epey de konuştum.

Birden iskemle komşum Müslüm Gündüz beni dürttü. Fısıltı tonunda konuştu:

- Soluğunu tüketme boşana. Hakim seni dinlemiyor…

Yargıca baktım. Aaaa, sahiden beni dinlemiyor. Zaten yüzü de görünmüyor. Bir gazeteyi çarşaf gibi açmış okuyor.

Gazete mi?

Zaman gazetesi. Hani Gülen Cemaati'nın "amiral gemisi", parayla alanı az, gönüllü destekçileri sayesinde milyonluk tiraja sahip ünlü "organ" gazete.

Müslüm Gündüz yine fısıltıyla konuştu:

- Sana değil, bana posta koyuyor bu ademoğlu

Bende de jeton düştü. "Bağımsız" Türk yargısının mahkemelerinden birinin yargıcı Nurcu cemaatlardan en kocamanının gazetesiyle birine bir mesaj veriyorsa herhalde bana değil rakip cemaatın şeyhinedir.

Savunmamı kısa kesip yerime oturdum.

Ayrıntılara boşverin. Davanın sonunda Müslüm Gündüz ve ben 18 ay hapse mahkûm olduk. Yargıtay aşamasında ise beraat ettik.

Yargıç mı?

O bir yıl kadar sonra terfi ettirildi ve Adalet Bakanlığı Müsteşarlığına getirildi.

Yazarın Diğer Yazıları

Bitirilmeyen bir Tırmık ve bir kişisel not

Hiç günü kurtarmak için yazmadım. Bundan sonra da yazmam

Reis boşa koysa dolmaz, doluya koysa almaz

Reis'in derdi büyük. Eğer "Seçim zamanında yapılacak" sözünü ve iddiasını yalayıp yutmayacaksa Anayasa'yı değiştirmek zorunda. Anayasayı değiştirmeye ise Meclis'teki AKP ve MHP milletvekillerinin sayısı yetmiyor. O zaman geriye tek seçenek kalıyor. Erken seçim

Bir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden

MHP Başbuğu partisinin Kızılcahamam kampının kapanışında konuştu. Valla kampa katılan MHP yiğitleri ne düşündüler bilemem. Zaten düşündükleri olumsuzsa dile getirmek MHP çatısı altında pek mümkün değildir. Parti disiplini değil, Başbuğ disiplini olsa gerek. Ama ben elbette her türüyle milliyetçiliğe, dolayısıyla MHP’ye de, onun Başbuğ’una da çok ama pek çok uzağım, öyleyse Başbuğ’un sözleri üstüne düşündüklerimi dile getirebilirim

"
"