Çocukluğumda annemlerin sohbetine kulak kabarttığımda “Acemi nalbant Rum eşeğinde öğrenir” diye bir laf duydum. Çocuk kafamla anlamını çözemeyip anneme sordum. “Nalbant acemiyse eşeğin ayağını sakatlar da ondan öyle demişler” dedi. Çocukların kafası büyüklerden farklı işler. “Peki ya Rum çok iyi bir insansa ona yazık değil mi” diye sordum. Annem duraladı; sonra da sorumu pek beğenmiş olacak ki bir öpücükle beni ödüllendirdi.
Uzun süre bunun Ege’de Küçük Menderes ovasına özgü bir deyiş olduğunu sandım. Ama büyüdüm. Yedeksubaylık için Erzincan’a gittim. Bayburt yakınlarındaki köylerden birindeki bir sohbette biri “Acemi nalbant Kürt eşeğinde öğrenir” demesin mi !..
Bu deyişi küçük (aslında büyük) farklarla bir çok kez daha duydum. Kars ve Ardahan dolaylarında “Acemi nalbant Moskof eşeğinde öğrenir” dendiğine tanık oldum. Kırklareli’nde nalbant acemi kaldı ama eşek Bulgar eşeğine dönüştü. Antakya’da ise nalbant yine acemiydi de eşek Arap eşeği olmuştu.
İnanılır gibi değil ama, bir meslek gezisinde Bulgaristan’ın Gabrovo kasabasında içinde Türk geçen bir cümleyi rehberim biraz duraksadıktan sonra ıkına sıkına çevirdi. Meğer oranın acemi nalbantları da Türk eşeğinde öğrenirlermiş.
Komşu halklara yönelik bu belirgin aşağılama hatta düşmanlığa gülüp geçilmeli mi, yoksa toplumsal belleğin derinliklerine sızmış, halk deyişlerine yerleşmiş bu “bilinç kirlenmesi” sorgulanmalı mı ?
Israil militarizminin Gazze’deki cinayetleri yüzünden gündeme oturan “antisemitizm” (=Yahudi düşmanlığı) tartışmalarına daha sağlıklı ve insanca bir yaklaşım için galiba sorgulamakta yarar var.
* * *
1930’lar Almanya’sında derin ekonomik bunalımın ve çok yaygın işsizliğin pençesinde kıvranan ve bir suçlu arayan yoksullarla Yahudi sermayesine el koymak, ekonomiden Yahudileri kazıyıp yerlerine kendi kıçlarını yerleştirmek hesapları yapan Alman sanayi ve ticaret baronlarını Hitler aynı hedefte buluşturdu: Yahudi düşmanlığı, yani antisemitizm. Irkçı tezlerle (üstün ırk: Arien Almanlar ve aşağı ırk: Sami Yahudiler) desteklenen faşist ideoloji sonuçta tarihte benzeri az görülmüş bir soykırım suçunu sermayenin tam ve aktif, kitlelerin de pasif desteğini alarak işledi. 6 milyon Yahudi ölüm kamplarında ve gaz odalarında can verdi.
Avrupa’da 6 Milyon Yahudi’nin yokedilmesine seyirci kaldıklarından, en azından engellemek için kolları sıvamadıklarından dolayı suçluluk duyan 2. Dünya savaşının galibi İngiliz ve Amerikan emperyalizmi bir çözüm ürettiler. Yahudilerin kutsal kitaplarında “Vaadedilmiş topraklar” diye anılan Filistin’de bir Yahudi devleti kurulması için harekete geçtiler. “Vatansız halka, halksız toprakları verin” diye parlak ama yalana bulanmış bir de slogan ürettiler. “Vatansız halk” doğruydu. Ama “halksız topraklar” utanç verici bir yalandı. Orada Yahudilerin amcaoğulları, Sami kavminin bir başka kolu, Filistinliler yaşıyorlardı. Üstelik Filistin denen topraklar her iki halka bol bol yetecek kadar büyük, geniş ve ıssızdı.
Ama Yahudi devleti,daha kuruluşundan itibaren (1948) Filistin Araplarına komşu ve amcaoğlu gibi değil düşman diye baktı. Israil militarizmi, Filistin topraklarının tek sahibi olma hedefini baştan beri benimsedi ve uygulamaya soktu. Amerika’daki güçlü Yahudi lobilerinin parasal ve siyasal desteği ile Israil’e bölgenin “şımarık çocuğu” rolü tanındı ve... ve Gazze cankırımına kadar gelen süreç işledi. Nazi savaş aygıtının zulmüne uğramış bir halkın savaş aygıtı tarihin en zalim militarist güçlerinden birine dönüştü.
İşte şimdi bu noktadayız ve tam da bu noktada soralım:
Israil militarizmini, savaş aygıtını mı lanetliyoruz, Yahudilerin tümünü mü ?
Savaşa, halklara karşı şiddet kullanımına mı itiraz ediyoruz, Yahudi halkına mı ?
Bu kimileri için bıçak sırtı bir soru. Israil militarizmini lanetlerken Yahudi düşmanlığına kapılıvermek mümkün. Nitekim bunun örneklerini yaşıyoruz.
Peki o zaman 90 yaşını geride bırkakmış, Nazi ölüm kamplarında direniş örgütlemiş ve hayatta kalmayı başarmış ve bu gün Israil militarizminin korkulu düşü olmuş barış öncüsü Uri Avnery’ye de düşman olunabilir mi ?
Militarizmin kol gezdiği Israil’de kadınların başını çektiği barış hareketinin genç ve yaşlı üyeleri de Yahudi. Onları bağrımıza mı basacağız; Yahudi diye düşman mı olacağız ?
* * *
Sorunu Yahudilikten, antisemitizm’den arındıralım.
Kendimize bakalım. Okullarda bile “Milli düşman Yunanlılar” diyen öğretmenlerimiz olmadı mı ? Sohbetlerde ”Kahpe Yunanlılar, kaba Bulgarlar, farfara İtalyanlar, kalleş Araplar, palavracı İranlılar, soğuk İngilizler, darkafalı Almanlar, ebedi düşman Ruslar” nitelemelerine kaç kez tanık olmadık mı, hatta bazı deyimleri kendimiz bile kullanmadık mı ?
Ama Yunan cuntasının karşısına dikilen besteci Teodorakis de, film yönetmeni Kosta Gavras da “kahpe” değil “yiğit”tiler. Nazi yargıçlarının karşısında kendini değil insanlığın değerlerini savunan büyük Bulgar önder Dimitrof “kaba” değil “zarif”ti. Dante yada Da Vinçi yada Berlinguer için “farfara” demek kimin haddinedir? Büyük Abbasi veziri Harun el Reşid yeryüzünde “kalleş” olarak değil “adil” olarak ve saygıyla anılır. İran halkının öğüncü Hafız yada Ömer Hayyam şiirin laf ebeliği ve palavra olmadığını eserleriyle kanıtlıyorlar. İran petrollerini petrol tekellerinin elinden kurtarmak için canını veren Musaddık palavracı olduğundan mı yoksa “kahraman” olduğundan mı öldürüldü? Oyunculuk sanatının efsaneleri Laurance Olivier, Peter Sellers, Alec Guinness de soğuksa, sıcak olan kimdir? Varın Karl Marx’ın, Engels’in darkafalılıklarını siz irdeleyin. “Ebedi düşman” Rus halkının çocukları Lenin, Dostoyevsky, Tolstoy, Gogol bütün halkların dostu değil mi ?
* * *
Halklara değil savaş baronlarına, şiddete tapanlara, militarizm ideolojisinin akbabalarına düşman olmak değil mi bize yakışan ?
Anti semitizm bataklığına düşmemenin yolu “ama”sız, “fakat”sız, “lakin”siz antimilitarist olmaktan geçse gerek...