Sanırım bunu seninle daha önce de konuşmuştuk.
Hatırla, o yıl 24 Nisan, Agos’un yayımlandığı güne, Perşembe’ye denk geliyordu. Ama bizler yazılarımızı iki, hatta mümkünse üç gün önceden yollamalıydık.
"Abi, 24 Nisan üstüne yazmayı düşünür müsün? Bir Türk’ün ağzından 24 Nisan acısı Agos’a yakışır değil mi" demiştin.
Huysuzluğum tutmuştu:
- Hayır yazmam. Ben yazıyı 22 Nisan’da filan yazacağım ve güya 24 Nisan’daki duygularımı yazıya dökmüş olacağım. Hem yapay bir yazı olur, hem okuru kandırmak olur. Öyle yazıları sevmiyorum.
Yazmadım. İkna olmamıştın ama itiraz da etmedin.
Hatırladın sanırım…
Yarın 19 Ocak…
Yarın yayımlanacak bir yazı yazmayacağım. 19 Ocak 2007’yi anan, senden söz eden bir yazı olması lazım ve bugün 18 Ocak…
* * *
Evet 13 yıl. 13 uzun, zorlu yıl geçti. Yarın yine orda, senin delik papuçlarınla ve flinta boyunla kaldırıma boylu boyunca serildiğin Sebat Apartmanı'nın önünde toplanacağız. Karakıştayız, hava yine soğuk olacak.
O uğursuz akşamüstünün üstünden 13 yıl geçti. Oysa ben o günü ve izleyen birkaç günü dün gibi hatırlıyorum.
Mesela o gün, sanki önceden sözleşmiş gibi Ümit (Kıvanç) ile kapının önünde buluşup, üstü gazeteyle örtülmüş "sana” bakmadan Agos’a çıktığımızı ve hiç uyumadan 70 saat ayakta kalıp çalıştığımızı…
Mesela ve Sarkis’in (Seropyan) çocuklara dönüp "Kesin ağlamayı, zırlamayı. Gazete çıkacak. Çıkmazsa Hrant işte o zaman sahiden ölmüş olacak” diye kükrediğini; çocukların "Evet Baron, tabii Baron” diye mırıldanıp, gözyaşlarını saklayıp masalarına geçtiğini…
Biliyorsundur, senden sekiz yıl sonra Sarkis de senin tarafa geçti. Ben bir kerre daha azaldım.
* * *
19 Ocak yaklaşıyor ya, sahiden gazetecilik yapan az sayıdaki medyada…
Dur ama önce sana medyanın durumunu anlatmalıyım.
Biliriz, devletler, hükümetler, partiler, hele hele bankalar, çokuluslu şirketler gazeteci satın alırlar. O satılmış herifler ya da kadınlar her an, her gün pislik saçmazlar, aldıklarını ödemezler. Ama bir gün gerekirler ve onlar da kolları sıvarlar.
Bu, bugüne kadar senin de, benim de, bizim gibilerin de bildiği bir gerçek. Gel gör ki ülkenin tepesine çökmüş bir siyasetçi var, kısa süreliğine de olsa sen de tanıdın onu: Tayyip Erdoğan. AKP’liler ona Reis diyorlar, işte o Reis çok kurnaz çıktı. Tek tek gazeteci satın alacağına medyanın tümünü satın aldı. Bugün ülkemizde görsel medyanın da (TV’ler), yazılı medyanın da (basılı gazeteler) yüzde 90’dan fazlası artık birer "AKP organı” oldular. Organ biliyorsun bizim meslekte aşağılamak için kullanılan bir terimdir.
* * *
Laf uzadı nereden nereye geldi…
19 Ocak yaklaşırken gazete kalabilmiş birkaç gazete, kimi internet haber siteleri 19 Ocak’ı anmak için yazılar, röportajlar hazırlıyorlar. Bunlardan birinde genç bir haberci beni aradı. Şu ciklet çiğner gibi konuşan, konuşurken Ş’leri S olarak seslendiren yeni yetmelerden biri. Aklınca ilginç bir röportaj yapacak. Sordu:
- Aydın bey, sizce bu gün yaşasa Hrant Dink nasıl biri olurdu?
Nasıl soru ama?
Yine de iyi günümdeydi, çocuğu azarlamadım:
- Onu bilemem, ama bugün yaşıyor olsaydı Türkiye için çok iyi olurdu…
Anlamadı ama, büyüyünce anlar herhalde…
* * *
Yarın Ahparik, yarın akşamüstü, saat 15’de Agos’un önünde olacağım.
Sen de yanımda ol e mi?