Adı Necati Abay.
Çoğunuz duymadınız. Ama meslektaşlarım için bu tanıdık bir ad. Yıllardır Türkiye medyasının köşe yazarlarına, yazı müdürlerine, haber müdürlerine, medyadaki etkililere, yetkililere e-mektup yağıyor. Başında TGDP (Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu), sonunda “Necati Abay – TGDP Sözcüsü” yazan e-mektuplar...
Pek çok meslektaşımın o e-mektupları okumadan sildiklerini biliyorum. (Tahmin etmiyorum, biliyorum) Necati Abay’ın bıkmadığını, yılmadığını, yıllardır (aylardır değil, yıllardır) tutuklanan, özgürlüğü elinden alınan, tehdit edilen, dövülen gazetecileri “profesyonel meslektaşlarının” gözüne sokmaya çabaladığını da biliyorum.
Yukarıdaki paragrafta “profesyonel” terimini hem “işi bu olan; geçimini gazetecilik mesleğinden kazanan” karşılığı olarak kullandım hem de mesleki bir bozulmuşluk, duyarlık yitimine uğramışlık karşılığında kullandım.
Necati Abay’ın inatla, ısrarla duyurduğu “tutuklanan” gazetecilerin büyük çoğunluğu ya siyasal bir örgütün organı olan gazetelerde çalışanlar ya sendika gazetelerini, dergilerini çıkaranlardı ya da taşra kentlerinde valinin, kaymakamın, polis şefinin, belediye başkanının “talimatıyla” itilen kakılan bazan da tutuklanan gazetecilerdi...
Hemen tümü İstanbul’da yuvalanmış “ana akım” medyada çalışanlar için bu meslektaşlar pek de gazeteciden sayılmazlar. Koskoca Basın Konseyi Başkanı’nın hiç sıkılmadan “Tamam yüz bilmem kaç tane tutuklu gazeteci var ama onların çok, ama çok azı gerçekten gazeteci” dediğini bugün gibi hatırlıyorum.
Peki “gerçekten gazeteci” sayılan ana akım medyada çalışanlar ile örgüt organlarında, sendika yayınlarında, taşra gazetelerinde çalışanlar arasındaki fark nedir?
Adı ünü duyulmuşluk mu?
Hadi canım sen de... Bugün en büyük gazetelerin yazı işleri masasında çalışan, meslek deyimi ile “mutfakta” görev yapanların adı ünü ne zaman duyulmuş ki ve neden duyulsun ki?
Geçimini gazetecilikten sağlamaları mı?
Yapmayın, öteki meslektaşlar (evet meslektaşlar) baba parası ile mi geçiniyorlar yoksa yol kesip gasp yaparak mı? Geçineceği üç beş kuruşu ya da üç beş milyonu anonim şirketin kasasından alınca gerçek gazeteci olunuyor da sendika kasasından, örgütün olanaklarından alınca olunmuyor mu? Peki fark ne?
Yoksa gerçek gazeteciler sadece sarı basın kartı olanlar mı?
Benim bildiğim tirajı ister yüz bilmem kaç bin olsun ister yüz bilmem kaç, gazeteleri sarı basın kartı değil gazeteciler çıkarıyor. Ayrıca nice sarı basın kartı sahibi tanırız ki... Neyse...
* * *
Necati Abay sadece Tutuklu Gazetecilerle Dayanışma Platformu’nun sözcüsü değil aynı zamanda Atılım gazetesinin bir çalışanı, habercisi, yazarı...
Atılım –yanılmıyorsam- MLKP adlı siyasal örgüte yakın, hatta belki onun organı olan bir gazete.
Necati Abay komplo olduğu, polis tezgahı olduğu su götürmez bir sürecin sonunda önceki gün 18 yıl 9 ay hapse mahkum oldu.
* * *
Şimdi dönüp “profesyonel meslektaşlara” soralım: Ahmet Şık için, Nedim Şener için yeri göğü birbirine kattık ve iyi ettik; çok iyi ettik...
Mustafa Balbay, Tuncay Özkan ve hatta nerede ve nasıl gazetecilik yaptığını bir türlü anlayamadığım Ergun Poyraz’ın Silivri tutuklulukları üstüne sayfalar ve sayfalar dolusu yazdık. İyi ettik. Gazeteciyi tutuklu yargılamak düşünceye karşı işlenmiş somut bir suçtur.
Peki Atılım gazetesi yazarı Necati Abay için bu suskunluk niye? Onun yukarıda sıraladığım meslektaşlarımızdan farkı ne?
“Ama Atılım bir örgüt organı ve Necati Abay da o örgütün militanı” filan mı diyeceksiniz?
Demeyin.
Mesela Zaman gazetesi Gülen hareketinin organı değilse ne? Sadece Zaman değil elbet. Medyamızda kimi Ergenekon çizgisinin (örgütünün demedim, çizgisinin, siyasal yörüngesinin dedim) , kimi bilmem ne cemaatinin, tarikatının, derneğinin, partisinin, holdinginin, sermaye grubunun organı olan gazeteleri, televizyonları tümünü saymamı mı istiyorsunuz?
Buna karşı olsa olsa “Ama Atılım gazetesi gerçekten organ, ötekiler en azından resmen organ değil” denebilir.
Denmesin.
Gülünç olunur...