Yarın değil, ama birkaç yıl sonra bana hak vereceksiniz; “O gazeteci bunu önceden görmüş, yazmıştı” diyeceksiniz.
Nasıl “Mayıs 68” denince “Altmış sekiz tane mayıs ayı” gibi saçma bir sözcük yığını akla gelmiyor; hemen herkes “1968 yılı Mayıs’ında Paris’te başlayan, sonra bütün Avrupa’ya, bu arada Türkiye’ye de yayılan eylem günleri”ni anlıyorsa…
Nasıl “68 kuşağı” denince 1968 yılı Mayıs’ında bütün Avrupa’da, bu arada Türkiye’de insanı tüketen ve sadece tüketen bir “yaratık”a indirgeyen düzene, çürümüş sistem partilerinin iktidarı ellerinde tuttukları, sisteme kökten karşı çıkanların polis şiddeti ile bastırıldığı, komünist partilerin devrimci özlerinden uzaklaşıp örümcek bağlamış bürokratik aygıtlara dönüşmesine itirazı olanların sindirilmek istendiği günlerde şenlikli, şiirli bir başkaldırı için sokağa çıkan genç kadın ve erkekler akla geliyorsa…
Birkaç yıl sonra Türkiye’de “13 yazbaşı” bir kavram olacak. Siyasal iktidarı, devletin dizginlerini elinde tutanlar yurttaşlar için neyin iyi, neyin doğru, neyin gerekli olduğuna kendi kafalarınca cevaplar verip, o cevapları uygulamaya kalkıştıklarında sokağa çıkıp “Hoooop efendi, orada dur bakalım” diyenler için –mesela- gazetelerde “13 ruhu yeniden canlandı” gibi başlıklar okuyacağız…
“13 kuşağı” denince 2013 yılının yazbaşında siyasal aidiyetlerini bir kenara koyup, Taksim gezisini gece gündüz dolduran, bilişli buluşlu bir yaratıcılığın unutulmaz ve hınzır ve fırlama örneklerini ardarda veren, biber gazından kaçacağına, gaz kapsülünü geldiği yere yollamak için elini ayağını hünerle kullanan, nasıl düşünmesi ve yaşaması gerektiğine karar verme hak ve yetkisini kendinde gören(lere) nanik yapan genç kadın ve erkekler anlaşılacak…
Onların ürettiği hınzır sloganlar dilden dile dolanacak, benzer durumlarda kullanılmak üzere belleklere kazınacak.
Örneğin hem duvara yazılmış, hem tweetter’e oturtulmuş “Tayyip bi düşün: Bizim gibi üç çocuk ister miydin” sorusu ileride AKP Başkanı Tayyip Erdoğan yerine, aynı kafayla ortaya çıkacak bir başka siyaset bezirganı için bu kez onun adı konarak kullanılacak…
O genç kadın ve erkekler yaşları ilerleyip çoluk çocuğa kavuştuklarında, kendilerini küçümsemeye kalkışan çocuklarına “Oğlum, kızım beri dur hele. Senin annen, senin baban 13 kuşağı’ndandır; 13 yazbaşı’nda Taksim gezisinde gaz yerken bile türkü söyleyenlerdendir“ diyecekler; sonra birbirlerine bakıp keyifle gülümseyecekler…
* * *
Onlar kimler mi ?
Elbette 2013 yılında yüksek volümlü ses aygıtlarıyla Taksim gezisinde “Harbiye marşı” çalacak kadar demokrasiden nasipsiz, Taksim gezisindeki şenliğe katılmak isteyen bir grup Kürdü “Apo’nun piçleri, Geziden dışarı” diye böğürerek kovmak isteyenler değil. (İtiraz etmeyin. Ben görgü tanığıyım).
Elbette, şu ya da bu biçimde örgütüne çektiği gencecik delikanlıların eline örgüt bayraklarını tutuşturup bunu devrimci etkinlik sayan; örgütün adını taşıyan bayrakları, flamaları, pankartları, dövizleri insanların gözüne içine sokmayı marifet bilen; soğuk savaş döneminden kalma analizlerle ahkâm kesen şefler değil…
Onlar sahiden de genç, sahiden de kanları deli kadın ve erkekler. Kemikleşmiş önyargılara kısılıp kalmamış, kendisinden farklı düşüneni düşman belleyecek reflekslerle sakatlanmamış; başörtülüsüyle de, Türk bayrağı taşıyıp bilir bilmez “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” diyenlerle de, “Dağ başını duman almış” diye marş söyleyip ardından “Çav bella” ile dansedenlerle de, feministle, LGBT bireyiyle, Müslümanıyla ateistiyle Kürdüyle Türküyle hilesiz hurdasız kucaklaşabilen, birlikte gaz yiyen, birlikte barikat kuran, birbirinin gözüne, kim olduğuna bakmadan limon ya da uygun eriyikleri sürenlerdir…
* * *
Yine de “Peki onlar kim” diye soranınız kaldıysa cevabı kendileri versin. Belki gözünüzden kaçmıştır aşağıya bir bakın hele…