13 Ağustos 2016

Woody’nin gözünden New York gangsterliği ve Hollywood efsanesi

Zaman 30’lu yıllardır: Holywood’un tüm dünyada egemen olup Amerikan değerlerini yaydığı yıllar…

CAFÉ SOCİETY                     X  X  X  ½

Yönetim ve senaryo: Woody Allen
Görüntü: Vittorio Storaro

Oyuncular: Jesse Eisenberg, Kristen Stewart, Blake Lively, Steve Carell, Don Stark, Tony Sirico, Paul Schackman, Corey Stoll, Ken Stott, Jeannie Berlin, Parker Posey, Gregg  Binkley, Anthony DiMaria

Amerikan filmi

 

   Geçen yılın (2016) Cannes festivalinde Woody Allen’in son filmi festivalin açılışını yaptı. Bu Cannes’da açılış yapan üçüncü Allen filmiydi. Ama yıllardır olageldiği gibi, yine yarışma dışıydı: Allen filmlerinin yarışmaya girmesini asla istemedi ve kabul etmedi.

  Ve bizi bekleyen yine tipik ve hoş bir Allen opus’u ve ‘bonus’ olarak da son derece şen-şakrak bir basın toplantısı oldu. Tanrı (1935 doğumlu olduğuna göre) 81 yaşında olan, bugüne dek (iki TV filmi dahil) 48 film çeken, şugünlerde bir TV dizisini bitirip yeni film projesine odaklanan sanatçıya uzun ömür versin. O olmasaydı, sinema ne denli eksik kalırdı!..

   Woody’nin sanatını yapan en tipik özellikler arasında bir Amerikan entelektüeli olması, bir New York’lu (belki Manhattan’lı demek gerekir!) olması, ırkının (Yahudilik) en iyi özelliklerini taşıması (zeka, kendine özgü bir ‘humor’, çok şey görüp yaşamış ve bunları belleğine nakşetmiş bir ‘vakanüvis’ olma, vs.) gibi şeyler sayılabilir.

    Ayrıca neredeyse sinema kadar Amerikan klasik pop müziğini ve cazı sevmesi, bizzat çaldığı klarnetiyle konserlere bile çıkması (tek kez ziyaret ettiği İstanbul’a da bunun için gelmişti), ayrıca da Avrupa kültürüne düşkünlüğü de eklenmeli. Manhattan’dan çok sıkıldığında, özellikle son dönem filmlerini Paris, Londra, Roma, Barselona gibi kentlerde çekmesi ve herbirini o kentin bir güzellemesine dönüştürmesi unutulabilir mi?

   Evet, işte tariflere sığmayan bu küçük adam, bu filminde ülkesine dönüyor. Ve ABD’nin yalnızca en uzun bir mesafenin değil, tüm yaşam kültürünün de ayırdığı iki karşıt ucunda geçen bir öykü anlatıyor: New York’la Los Angeles arasında gidip gelen…

   Zaman 30’lu yıllardır: Holywood’un tüm dünyada egemen olup Amerikan değerlerini yaydığı yıllar… Önce New York’a ve o yıllarda Büyük Elma’yı pençesine alan gangsterliğe tanık oluruz. Genç Bobby yasadışılığı iş edinmiş ailesinden kaçmak için, sinema başkentinde büyük bir yapımcı olan amcasının yanına geliyor. Çevresi ünlülerle sarılı yapımcı, başlarda bu uzak yeğeni takmasa da ona çabucak ısınıyor, gidererk sağ kolu yapıyor.

   Ama Bobby onca yıldızın içinde gönlünü amcanın sekreterine kaptırıyor. Ancak kadının evli bir sevgilisi vardır. Üstelik o sevgili de amca çıkmaz mı? Bobby’ye yine New York yolu açılmış, yeni bir sevgili de şart olmuştur.

    Bu şirin komedi en çok sözlü esprilere ve ancak Woody’nin hayal gücünden çıkabilecek incelikli, nüanslı karakterlere dayanıyor. Fonda elbette Yahudilik ve onun getirdiği aile ve toplum ilişkileri var. Ama ayrıca dönemin sayısız oyuncu, yönetmen ve yapımcısı da anılıyor: tam bir rüyalar kenti güzellemesi... Alaycı yanı da çok açık olan ve  o büyük endüstrinin aslında nasıl bir kartondan şato olduğunu hissettiren...

Allen bir konser için geldiği İstanbul’da Dorsay ve Gila Benmayor’la birlikte

   Ayrıca yine küçük adamın hayal gücünden çıkan ve ona çok yakışan bir oyuncu seçimi ve yönetimi var. Bobby’de günümüzün hızla yükselen oyuncusu Jesse Eisenberg sanki genç bir Woody...Onun kaleminden çıkma cümleler Eisenberg’e öylesine yakışıyor ki...

   Yapımcıda artık tam bir karakter oyuncusu olduğunu kanıtlayan bir dönemin sulu komedyeni Steve Carell, kadınlardaysa yine artık zirveye oturmuş iki kadın oyuncu var:  Kristen Stewart ve Blake Lively. Hepsi kusursuz, hepsi tam rollerinin insanı. Tüm küçük roller de öyle. Ki aralarında yakın zamanın bağımsız Amerikan sinemasının fetiş adı Parker Posey de var.

   Bu zarif film, anlattığım şeylere ilgi duyan herkes için... 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"