18 Nisan 2023

Üçlü bir ilişkinin dramatik ve komik yanları

Belki herkes için olmayan, ama gerçek sinema sevdalıları için görülmesi gereken bir yapım

ELA İLE HİLMİ VE ALİ

X X X

Yönetmen: Ziya Demirel
Senaryo: Ziya Demirel, Nazlı Elif Durlu
Görüntü: Doron Tempert
Müzik: Okan Kaya
Oyuncular: Ece Yüksel, Serkan Keskin, Denizhan Akbaba, Ozan Çelik

İstos Film yapımı, 2022 

2022 İstanbul Film Festivali'nde ilk kez gösterilmiş, kısa film Salı'yı yapan Ziya Demirel'in ilk uzun filmi. Altın Koza'da da en iyi film başta 7 ödülü birden var. Belki herkes için olmayan, ama gerçek sinema sevdalıları için görülmesi gereken bir yapım.

Orta yaşı aşmak üzere olan matematik hocası Hilmi, kendisinden çok daha genç olan, tüm ailesini depremde kaybetmiş (filmin son dönem depremlerinden çok daha önce çekilmiş olduğunu hatırlayalım) !) öğrencisi Ela ile ilişki kurmuş ve onunla evlenmiştir. Bu ikinci evliliğidir, ama bu kez de mutlu olacak gibi değildir. Ela alabildiğine saf, temiz yürekli, içe dönük bir kadıncağızdır. Ve karşısına apartman görevlisi, o da Hilmi'nin öğrencisi olan, ama ikidir sınıfı geçemeyen Ali çıkar. O matematik meraklısıdır ve bu açıdan hocayla bir yakınlığı vardır. 

Böylece hayli eski eşyayla süslenmiş bir daire dekoru içinde geçen, ancak zaman zaman (ama o da büyük başarıyla) dışarı, sokağa veya doğaya açılan, genelde üç kahramanın kimliklerine yoğunlaşmış özel bir filmle karşı karşıyayız. Hilmi'nin genç karısına "Sokağa çık, etrafı gez, AVM'lere git" diye tavsiyelerde bulunarak onu dışa döndürme çabası... Kılıksız, ürkek, karşı cinsle hiç ilişki kuramamış Ali'nin safiyeti, ruh temizliği... Hilmi hocanın küçük ekranında hayali uçuşlara dalması, simülasyon yapmanın gerçekten uçmaktan daha zor olduğunu söyleyip durması... Böylece uzaklara, örneğin Chicago'ya gitmesi... Ama Ela'nın o kadar uzağa değil, daha çok Edremit'e uçmayı istemesi: "Sadece 40 dakika sürermiş" diyerek...

Arada sürekli eve telefon ederek evi sigorta etmelerini öğütleyen Nazar sigorta şirketi, filmin kara komedi yanının bir parçasıdır. Sürekli sineklerle oynayan, onları bir canlı oyuncak haline getirmiş Ela'lı sahneler de... Arada yine Hilmi'nin öğrencisi Sinan da işin içine katılır.

Filmde Ela ve Ali tam anlamıyla saflığın simgesi olup çıkarlar. Daha 16 yaşında filan olan Ali, erkek cephesinde olmak üzere... Hocanın armağan ettiği deodorant, sanki onu olgunlaştırma çabasının bir simgesidir. Ela daha sonra apaçık bir cinselliğe doğru kayacaktır. Ama Ali bu işe hiç yanaşmaz.

Filmin birkaç kalabalık sahnesi çok iyi çekilmiş. Örneğin lokanta sahnesi... Ya da gençlerin uzanan bir çayırda piknik ve spor yapıp eğlenmeleri bölümü... Arada gelen kimi tuhaf sorular... Biri de şu olan: "Rakı niye suyla karıştığında beyaza dönüşür?!". 

Filmin başarısında doğrusu üç oyuncunun büyük katkıları var. Önce olgun Serkan Keskin'le başlayalım, 2004'lerde işe başlayıp 70'i aşkın film ve TV dizisinde oynamış. En çok Avrupa Yakası (dizi), Sonbahar, Kosmos, Vavien, Av Mevsimi, Behzat Ç (dizi), Sen Aydınlatırsın Geceyi, Tatlım Tatlım, Muhteşem Yüzyıl- Kösem (dizi), Ahlat Ağacı, Sen Ben Lenin, Leyla ile Mecnun (dizi) yapımlarındaki rolleriyle hatırlanıyor. Hilmi'ye katkısı da hatırlanacak.

Filmin iki 'saf kişisi' de aslında kendilerini kanıtlamış oyuncular. Ela'daki Ece Yüksel 1997 doğumlu. 2008'lerden beri çalışıyor, O da Av Mevsimi, Çekmeceler, Kiraz Mevsimi, Nefesim Kesilene Kadar, Kız Kardeşler, Bağlılık Aslı, Üç Bin Yıllık Bekleyiş gibi önemli ve sanatsal filmlerde oynamış. Bu filmin onu tam tam anlamıyla zirveye çıkardığı söylenebilir.

Ve yine çok başarılı Denizhan Akbaba. O da filmdeki Ali'den çok farklı önemli bir oyuncu. 2001 doğumlu ve 8 yaşında oyunculuğa adım atmış. 30 kadar film ve dizide oynamış. Sonuncusu bu filmden sonra gelen Netflix yapımı Biz Kimden Kaçıyorduk Anne? O da mutlaka izlenmesi gereken bir oyuncu diye düşünüyorum.

Festival brunch'ında Nobelli yazarla buluşma

Bu akşam sona erecek olan İstanbul Film Festivali'nin geleneksel brunch'ı yıllar sonra yeniden canlandı. Ve Galatasaray'daki Goethe Enstitüsü salonlarında yabancı konuklarla bizim sanatçılar ve medya bir araya geldi. Bu arada FİPRESCİ- uluslararası sinema yazarları birliğinin değişmez başkanı, Alman dostumuz Klaus Eder ve de son Nobel'i alan Fransız yazar Annie Ernaux da oradaydılar ve birlikte hoş sohbetler yaptık. 

Annie Ernaux ve Alin Taşçıyan ile birlikte...

Sefa Önal'a onur ödülü

Aynı gün akşam üzeri Tünel'deki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezinde yıllanmış sinema insanı, yazar, yönetmen, yapımcı, artık 90 yaşını aşmış olan sevgili Safa Önal'la bir araya geldik. Kültür Bakanlığı ona bir Onur Ödülü sunuyordu. Hayli geç de olsa... Ama bu olay nedense basında hiç yer almadı. En azından benim izlediğim medyada... Kendisini kutluyor ve daha nice yıllar diliyorum.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Özel bir kahramanın son ve en şaşırtıcı filmi

Asıl tema belki de şudur: Arthur Fleck tam anlamıyla iki yüzlü bir adamdır. Sanki korku klasiği Dr. Jekyll ve Mr. Hyde gibi... O sanki kötülükle iyilik arasında sıkışıp kalmıştır

Son olup bitenlerin ışığında: Filmler, gösterimler, kayıplar, kazançlar

Belki ülkemizdeki en zengin DVD ve de CD koleksiyonu bendeydi. İşte ben, artık bu yaşta, tüm bunları bir elde toparlamak istiyorum. Bir tür müzede... Ki insanlar gelsin, izlesin veya dinlesin... Ve bu sanatsal arşiv gelecek kuşaklara da kalsın...

Bir imparatorluk acaba ne zaman çöker?

Büyük bütçesine ve yönetmenin kesin özgürlüğüne rağmen, film gerçek bir dinamizme de kavuşamamış. Coppola’nın yapmak istediği “ABD devleti ebediyen var olabilir mi?” sorusu ise, bunu bir ölçüde başarmış

"
"