İstanbul festivali birbirinden güzel filmlerle sürüyor. Sona erdiğinde, belki bu forumun içinde bir değerlendirme yazısı yazarız. Bugünlük özellikle bir filme dikkat çekmek istiyorum.
NTV Belgeselleri bölümünde gösterilen İstanbul United, son ayların hareketli ortamı içinde İstanbul ve Türkiye’de çekilmiş. Yönetmenleri Farid İslam ve Olli Waldhauer olan film, bir Alman-Türk-Çek ortak-yapımı.
Film, ana tema olarak ülkemizdeki futbol sahnesini, bu sahnenin üç büyük aktörü olan Galatarasay, Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı ve bu üç büyük kulübün taraftarlarını mercek altına alıyor. O inanılmaz futbol tutkusunu ve kendilerini takımlarına adamış taraftarları, simge olarak seçilmiş bir avuç karakteri ön plana alarak anlatıyor. Ve aralarındaki rekabetin nasıl ciddi, vahim, giderek ölümcül olabileceğini ve ne tür olaylara yol açabileceğini de gösteriyor.
Sonra birden Gezi Olayları başlıyor. Ve bilindiği üzere bir parkın, bir grup ağacın ve kentin göbeğinde nasılsa kalmış bir doğa parçasının AVM uğruna kurban edilmesine karşı çıkarak, hemen hiç organize olmadan, içgüdüsel biçimde bir araya gelen o kalabalık, sonunda üç takımın da sokağa dökülmüş fan’larına ve genelde hep spor kökenli eylemlerde bulunan ateşli gönüldaşlarına, bu kez siyasal bir çerçeve içinde eyleme geçmek fırsatını getiriyor. Üstelik aralarındaki koyu rekabeti unutup aynı amaç ve ideal uğruna işbirliği yaparak...
Film üstün bir belgesel sayılmaz. Yer yer yetersiz çekimleri, aşırı naiflikleri ve kimi beceriksizlikleri göze çarpıyor. Yine de ülkemizin yakın zamanda yaşadığı bu büyük toplumsal olaya iyi bir tanıklık getiriyor. Takımları temsil eden yüzler inandırıcı ve içten. Çekimler yer yer amatörce olsa da, yer yer gayet usta işi.
Ayrıca, kısa geçişlerle verilen ve hükümetin, özellikle de başbakanın olayı baştan beri nasıl hiç anlamadığını gösteren o söylemler ve söylevler çok önemli. Daha ilk günden “onlar istediklerini söylesinler, biz oraya o binayı yapacağız” tarzında mağrur ve egosantrik bir böbürlenmeyle açılan o sert tavrın, giderek açık bir meydan okumaya, polisin orantısız güç kullanmasına ve bilinen ölümlere dek giden acıklı öyküsü… Sonunda elbette her şeyin bu görkemli toplum direncinin kayasına çarpması ve o projeden –en azından şimdilik- vazgeçilmesi.
Umuyorum ki birçok festival aracılığıyla tüm dünyada gösterilecek olan bu film, hem bize hem de yabancılara Gezi Olayları’nın gerçek yüzü ve ne olup ne olmadığı konusunda öğretici bir değerli belge sunacak. Filmi izlerken, temel izlenimim şu oldu: böylesine bir film, sanatsal değeri biryana, paha biçilmez bir tarihsel belgedir. Çünkü insanoğlu çabucak unutmaya öylesine eğilimli ki…
Oysa İstanbul United’i izlerken, daha dün meydana gelen olayların ne denli önemli olduğu açıkça ortaya çıkıyor, bilinmiyorsa öğreniliyor, unutulmuşsa hatırlanıyor. Böylesine bir büyük eylemin hiçbir siyasal örgüt ve komuta olmadan, neredeyse kendi kendine başlaması... Giderek daha bilinçli, daha organize hale gelmesi, tam bir karşılıklı destek, yardımlaşma ve insancıllıkla sürmesi...
Aldığı uygarlık-dışı, insanlık-dışı tepkilerle sinmek yerine, daha da büyüyüp alevlenmesi ve bir büyük fırtınaya dönüşmesi. Yani temelde ünlü Mayıs ’68 olayları, Arap Baharı, Tahrir Meydanı isyanı, Kiev savaşımı gibi yakın tarih olaylarıyla akrabalık bağı olan bir büyük dönüm noktası, dönüştürücü bir toplu eylem.
Bakmayın son seçimlerin çok şeyi değiştirmediği görüntüsüne... Bu görüntü aldatıcıdır. Toplumların tümü –ya da çoğunluğu- hemen uyanmazlar. Radikal değişim umulduğundan ağır işler. Kaldı ki o eylem siyasal plana yeterince aktarılamamıştır. Ama o isyan, o direniş, o dünyayı değiştirme özlemi bir kez başlamaya görsün... Alttan alta da olsa hep sürecektir.
Ve artık toplumu her alanda ceberrutlukla, tek adamlıkla, baskıyla yönetmek, mümkün olmaktan çıkacaktır. Yakında, hem de çok yakında...
Ülkenin spor hayatına biçim veren üç büyük takımın birleşerek dünyaya İstanbul United manzarası vermesiyse, bu yolda büyük bir adım olmuştur. Hep hatırlanması gereken...