18 Ocak 2024

Sosyal gerçeklerimize de değinen usta komedi

Çok başarılı, hatta harika sahneler var. Rüya sahneleri, erkeklerin birlikte Fener maçı izledikleri sahne, hamamdaki dans bölümü, iki zennenin katıldığı eğlence gecesi...

LOHUSA

X X X

Yönetmen: Kıvanç Baruönü
Senaryo: Gupse Özay
Görüntü: Burak Kanbir
Müzik: Jungle Jungle
Oyuncular: Gupse Özay, Onur Gürçay, Hazal Türesan, Esra Ruşan, Su Sanad, Elif Nur Kerkük

Nolook Yapım, 2025

1969 doğumlu yönetmen Kıvanç Baruönü, 2014'ten beri yoğun biçimde çalışmış. Patron Mutlu Son İstiyor, Kocan Kadar Konuş (iki film), Görümce, Arif V 16, Hedefim Sensin, en son hayli sevilen Çok Aşk filmlerini imzalamış. Bir de TV dizisi var. Ondan gelen bir film elbette dikkat çekecektir. Ayrıca filmlerin çoğunun adı da hangi tür konulara eğilme merakı olduğunu gösteriyor.

Film kalabalık bir eğlence dekorunda, sevdiği kıza herkesin içinde evlenme teklif eden bir genç adamın görüntüsüyle açılır. Onur ve Burcu evlenirler ve Burcu hamile kalır. Etrafındakiler, özellikle de kadınlar çocuk doğurmanın ve büyütmenin zorluklarını dillerine dolarlar. Ama Burcu kendine güvenir; o tipik "lohusa depresyonu" denen şeye düşmeyeceğine inanır.

Ve bir süre sonra bir kız çocuğu dünyaya gelir. Yaşadıkları çevre özellikle kadınların egemenliği altındadır. Böylece kadınlar gelenek uyarınca birer altın getirip alıp kıza takarlar. Ne güzel bir gelenektir bu... Ayrıca yemekler pişirip getirilir. Ve aynı temenniler yapılır; "Analı-babalı büyür inşallah!", "Sütün bol olsun" vs.

Ama bu kadın egemenliği mahallesinde dedikodular sürer gider. Çocuk büyütmek kolay iş değildir; Burcu annesi ve kayınvalidesinin yanı sıra, elbette kocası Onur'a da büyük görev düşeceğine ve de onun bunu yerine getireceğine inanır.

Ama Onur oralı değildir. Aslında Burcu'yu sevse de... Çünkü tipik bir erkek egoizmine sahiptir; alışkanlıklarından vazgeçemez. Örneğin erkek dostlarıyla meyhaneye gitmek, Boğaz'a karşı oturup rakı içmek, bu arada bol bol kendisini övmek ve sözüm ona evde yaptığı (aslında kesinlikle yapmadığı!) hizmetlerle övünmek...

Burcu yavaş yavaş çıldırmak üzeredir sanki... Bir yere gitmek için giyinmek istediğinde hiçbir elbisesinin içine sığmadığını dehşetle fark eder... Bir davete giderken, son dakikada asansörde rujunu tazeler; ama o arada ruj dişlerine ve giysilerine bulaşır!.. Giderek sürekli rüyalar, daha doğrusu kabuslar görür: Orada olmayan kişileri orada sanır, koca öküzler üzerine saldırır, vs...

Bu arada o kadınlar ordusunun birbirinden ilginç tipleri ortaya çıkar. Başta sadece ve sadece kendisinden söz etmeyi seven İlayda... Her biri Burcu'nun etrafında balon gibi dönüp duran Fulya, Yasemin, Özge... Ve onlar kendisi için ya sığınacak bir liman olurlar ya da bir hayalet...

Film elbette kusursuz değil. Fazla uzun (118 dakika); oyunculuklar genelde abartılı; hele o lokantada fiyasko bölümünde... O "aşkım" lafından fenalık geliyor!.. İlk yarıda birçok sahnede gerçek bir bebek kullanılmadığı açık. İkinci yarıda ise o bebek sanki ortadan kaybolmuş gibi; hemen hiç gözükmüyor. Orada bir dengesizlik var.

Buna karşılık çok başarılı, hatta harika sahneler de var. O andığım rüya sahneleri, erkeklerin birlikte Fener maçı izledikleri sahne, hamamdaki dans bölümü, iki zennenin katıldığı eğlence gecesi...

Ama en önemlisi, kadınların gerçekten de içlerini dökmeye ve kişiliklerini ifşa etmeye giriştiği sahneler... Özellikle de öfkesini kusan İlayda'ya karşı, Burcu'nun tersine, alabildiğine yumuşak davranışı. Böylece İlayda'nın kendi anneliğinin yetersizliğini itiraf etmesi. Ve ardından birçok kadının da aynı yolda gitmesi... Doğrusu aslında tam bir "kadınlar filmi" olan yapımın erkeklerin de hoşuna gidebilecek yanı bu...

Filmin başarısı elbette yönetmen kadar Gupse Özay'ın eseri. Hem yazmış, hem de başrolü yüklenmiş olan Gupse, gerçek bir komedi ustası. Biraz Demet Akbağ'ı hatırlatıyor ve yer yer oyununu birazcık abartıyor. Ama ne gam... Öylesine inandırıcı ki... O pirzola yeme ya da cadıya dönüşme bölümleri unutulmaz. Bir yerde de "cimcime" lafını kullanmış. Hay Allah!.. Bu sözü yıllardır duymamıştım; galiba çocukluğumda kalmıştı. Teşekkürler, Gupse...

Diğer rollere gelince... Onur'da Onur Günay, İlayda'da Hazal Türesan, Fulya'da Esra Ruşan ve tüm kadın oyuncular da iyiler. Ve bu şenlikli film sadece eğlendirmekle kalmıyor. Aynı zamanda ülkenin kimi sosyal gerçeklerini ve unutulmuş geleneklerini de hatırlatıyor. Bir komedi filmi için az şey değil...


 YARIN: HAYVAN KRALLIĞI...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Kaderin elinde sönüp giden bir şarkıcının dramı

Özellikle müzikseverler için kaçırılmaması gereken filmlerden...

Tenis, rekabet, cinsellik ve eşcinsellik

Filmin cinsellikle eşcinselliği birleştirdiği, giderek sinemada sporla seksi inceliklerle sunan filmlerin başına geçtiği açık