25 Şubat 2025
X X X Yönetmen: Pablo Larrain ABD filmi, 2024 |
Evet, Maria... Eskinin Maria Montez, Maria Schell vb. yıldızları değil. Ama müzik aleminin taçsız kraliçesi Maria Callas söz konusu. Onu anlatan filmin galasını nedense Asya kıtasında yapmayı seçen getirtici şirket nedeniyle görmemiz bu denli gecikti. Ama ziyanı yok... Üzerine yapılan eleştirilerin bolluğu ve üstelik farklılığından sonra, bendenizin naçizane yaklaşımını merakla bekleyen fan’larıma selam!..
Evet, Şili’li yazar-yönetmen Pablo Larrain bizlere Jackie Kennedy’yi anlatan Jackie ve Lady Diana’yı anlatan Spencer adlı biyografik filmlerinden sonra, bu kez opera sanatının en görkemli, en unutulmaz sopranosu olan Maria Callas’a yoğunlaşıyor. 1923- 1977 arası yaşayan, Atina doğumlu, Yunan kökenli büyük soprano. Ki lakapları az değildir: La Diva, La Prima Donna, La Callas… Öyle bir hayat ki bu, tek bir filmle anlatılamaz. Çünkü uzun hayatında savaşta Nazilerin eline düşmüş (filmde çok az gösterilir); sonraları ün yapınca dünyanın en büyük müzik mekanlarında konserler vermiştir: La Scala, Covent Garden, Paris’in dev müzikholleri, Venedik’te La Fenice...Vs. vs.
1977 yılında, yani sanatçının son yılında (ve son7 gününde) geçen film, dekor olarak Paris’i almış. Görüntü yönetmeni Edward Lachman’ın bize bu kenti vermede çok başarılı olduğunu unutmadan hemen yazayım. Karşımızda artık düşüşe geçmiş bir büyük sanatçı vardır. Hep eski büyük konserlerini hayal eden (ki filmde onların bazısını görürüz); son derece lüks bir malikanede biri kadın iki hizmetkarla heykeller, büstler, tablolar, ikonlar, resimler arasında son demlerini süren bir hatun... İki sevimli köpeği de unutmadan... Öylesine keskin bir dili vardır ki... O hizmetkarlara bile kibarlığın altına gizlenmiş bir zulümle davranır. İngilizcesi gerçekten bu kadar incelikli miydi; sanki alay ve küçümsemeyi ayrı bir sanat haline mi getirmişti? Gel de cevap ver!..
Evet, artık Callas’ın hayalleri aşıp yeniden şarkı söylemesi mümkün olmayacaktır. Çok istese de o bulmacavari konuşmalarıyla tekliflerin etrafında dolanır. Kendi plaklarını dinlemez, çünkü “onlar fazlasıyla mükemmeldir!” Kaybolan sesi kadar yeniden kavuşmayı özlediği sahne hayatı; bu uğurda kullanmaya başladığı Mandrax adlı ilaç. Ki bu adı kendi biyografisini çekmesi söz konusu olan yapımcıya da yakıştırıverir!.. Şöyle der: “Benim hayatım opera. Operada da mantık aranmaz.” Etrafında gerçekten de onu hâlâ seven fanları vardır: Kimileri de yanında çalışan... Gencecik TV’cilerden ona tutulan bir yakışıklı da çıkar. Ama tüm bunlar onu kurtarabilir mi?
Sonrasında, biz onu 1970’ler Paris’inde izlemeyi sürdürürüz. Elbette ‘aşk şehri’ Paris ona da bir aşk buluvermiştir. Geçmişte; o da Yunan kökenli olan Aristotle Onassis... Dönemin ünlü ve çapkın aristokratı... Aralarındaki aşk ne yazık ki çok sürmeyecektir. Ve kaderin cilvesine bakın ki, Onassis onu terk ettiğinde birleştiği kadın, Jackie olacaktır: yani Jackie Kennedy... Kaderin cilvesine bakar mısınız?
Filmin artıları kadar eksileri de vardır denebilir. Biçim olarak kâh genişleyen kâh daralan; kâh siyah-beyaz kâh renkli olan ekran insanı hayli şaşırtır. Geçmişle ilişkili bölümlerin ilke olarak siyah-beyazı bir tesellidir gerçi... Bu bölümlerin arasında kaçınılmaz olarak Onassis bölümü de vardır. Ki o hayatı Maria’dan önce terk edecektir: filmde onun ölüm döşeğinde yatan adamı ziyaretini görürüz.
Ve filmin kimi sürprizleri... Bir yerde Onassis’in sırf Callas için verdiği çok şık parti. Ki tam 100 pembe gülle süslenmiş!.. Paris’in göbeğinde yine Callas’ın büyük iyi niyetle yaklaşan bir adama giydirmesi...Yine geçmişte Jackie nedeniyle Kennedy’nin bir söyleşisinin TV programında gösterilmesi. Ya da yine o yaş gününü unutulmaz Marilyn Monroe tarafından kutlanması... Ve neler neler...
Elbette oyuncular övgüyü hak ediyor. Angelina da 50’sini aşmış, Angelina Jolie farklı karşılandı. Örneğin Zeynep Oral şöyle demiş: “Ona baktığınızda estetikli yüzü, şişirilmiş dudaklarıyla sadece rol yapan Angelina Jolie hissiyatına kapılıyorsunuz. Çok soğuk. Sanki ruhu yok!..” Ama kendi adıma Jolie’nin birçok aryayı söylerken (yani söyler gibi yaparken) nasıl bir güç ve irade harcadığını görünce, pes dedim!.. Elbette sevgili Haluk Bilginer gerçekten de süperdi. Ve filme çok şey kattı. O artık uluslararası bir sanatçı... Ben Bruna’da Alba Rohrwacher, JFK- John F. Kennedy’de Caspar Philipson, kızkardeş Yakinthi’de Valeria Golino, Mandrax’ta Kodi Smith McPhe ve Ferrucio’da Pierfrancesco Favini’yi de çok beğendim.
NOT: Filmin sonunda Maria Callas’ın gerçek görüntüleri v ar. Hatta Aristotle Onassis’in de...Lütfen kaçırmayın.
Atilla Dorsay kimdir?Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor. 10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti. Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler. Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı. 1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü. Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu. Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı. Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için. Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor. Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti. TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı. Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi". Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor. Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı. Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor. Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı. Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" ve "Benim Sevgili ‘6 Silahşörler’im" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.." |
Acı Gerçekler, siyahi ırka radikal biçimde farklı bir bakış denemesidir. Sonuç olarak bir başyapıt değilse de kendi içinde tutarlı ve farklı bir filmdir bu... Bir eleştirmenin dediği gibi, “Bu film, her şeye sakin kalmanın sonucu olarak, son aşamasına ulaşmış bir yıkılış portresidir”
Film kadın cinselliği üzerine çok ilginç yaklaşımıyla özellikle kadınların ilgisine açık duruyor. Ayrıca İngiliz toplumundan genel bir yansıma da sayılabilir
Kaptan America: Cesur Yeni Dünya, sanki ABD’nin geçmişte bu ırka karşı işlediği günahları hatırlatıyor, onların hesabını soruyor! Nitekim İsaiak adlı bir siyahi nedenini pek kavramadığım biçimde, çok önemli biri sayılıyor. Filmin sonuna dek... Ayrıca kadınlar da görece az...
© Tüm hakları saklıdır.