27 Nisan 2023

'Sonbahar'ın yönetmeninden değerli bir dönüş filmi

Kolay içine girip analiz edilecek filmlerden, hemencecik çözümlenecek bulmacalardan değil bu film

KARANLIK GECE  

X X X X

Yönetmen: Özcan Alper
Senaryo: Özcan Alper, Murat Uzunkulak
Görüntü: Yunus Roy Rimer
Müzik: Cansun Küçüktürk
Oyuncular: Berkay Ateş, Cem Yiğit Üzümoğlu, Taner Birsel, Sibel Kekilli, Pınar Deniz, Necip Nemili, Deniz Hamzaoğlu, Süleyman Kabaali, Fırat Kaymak, Tarhan Karagöz, Güneş Hayat, Ozan Çelik, Özgür Cem Tuğluk, Oğulcan Ali, Mustafa Ateş

Türkiye-Fransa-Almanya ortakyapımı, 2022

Özcan Alper... 2010'larda işe başlayıp yarım düzine filmle tanıdığımız sanatçı... Kars Öyküleri, Rüzgarın Hatıraları, Gelecek Uzun Sürer, Aşıklar Bayramı, Sonbahar. Hele o Sonbahar. Tam anlamıyla yüreğimi dağlamış ve benim için bir başyapıt olmuştu. Ve filmi 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabıma almıştım.

Şimdiyse dört yıl sonra gelen -ama bizim 5 yıl sonra izlediğimiz- bu film... 59. Antalya Film Festivali'nde de en iyi film seçilmişti. Kolay içine girip analiz edilecek filmlerden, hemencecik çözümlenecek bulmacalardan değil bu film. Biraz da konuşmaların tümünü duymak kolay olmadığından... Ama deneyelim bakalım.

Film Toroslar'da bir köyde geçiyor. O köyün fonundaki dağların güzelliği, tüm evlerin gerçekten has köy evi olması, içlerindeki tüm eşyanın otantikliği gibi ögelerle son derece inandırıcı olduğunu söylemeliyim.

Orada bir büyük kavga yaşanıyor. Ve birkaç kişi öldürülüyor. Anadolu'nun genel maço kültürü ve erkek-egemen ahlakına uygun biçimde... Ama buna karışanların en azından biri (ve elbette başkaları) çok mutsuz, çok pişman oluyorlar. Bunlardan biri gezgin, amatör bir müzisyen olan İshak, hepsi olaya katılmış beş kişilik bir grubun içindedir. Olaydan sonra ayrılmış, anlaşılan İstanbul'a gitmiştir. Onu bir pavyonda görürüz, bir İstanbul gecesinde izleriz. 7 yıl sonra, annesinin ölüm döşeğinde olması yüzünden geri döner. Ve kısa zamanda onu kaybeder.

Orada eskilerden emekli bir edebiyat öğretmenini, küçük bir kız olarak bıraktığı birkaç kadını bulur; onlardan Sultan'a da gönül kaptırır gibi olur. O türkü söylerken doğan bu aşkı gösteren sahne de kolay kolay unutulmaz.

Ve köye bir de devlet memur gelmiştir: bir av koruma ve kontrol görevlisi olarak... Yakışıklı Ali, köyün kurulu düzenine karşı gözükür ve belli bir nefretin hedefi olur. Hele kendisine açılan bir genç kızı reddederek eşcinsel olduğunu ortaya koyunca, bu nefret daha da büyür.

Bu arada İshak da Ali'ye açılır. Ve iyi dost olurlar. Ama İshak en çok doğaya aşıktır. Dağ tepelerine çıkar, orada 'girilmesi yasak' bölgelerde dolanır. Keşfettiği bir obruğun en dibine kadar iple iner; sonra çıkar. Hayli yorgun biçimde... Köpeği Palyaço bir diğer büyük aşkıdır; onu da motosikletle giderken sırtına alır. Palyaço hayatının bir parçasıdır. Arada babası da sürekli dağa çıkıp kaybolan bir genç kız, onun yardımıyla yaşlı adama ulaşacaktır.

O erkekler alemi sürer gider. O maço değerler toplamı her an dimdik ayaktadır. Rakı sofralarında mutlaka kavga çıkar; bıçaklar çekilir. Bu böyle gelmiş, böyle gidecektir.

Ve sonunda dramlar üst üste gelir. Ne İshak, ne Ali, ne Palyaço bundan masun kalabileceklerdir.

Film görsel zenginliğiyle de dikkat çekiyor. O düğün sahnesi, obruğa iniş-çıkış bölümleri. Tüm o enfes biçimde çekilmiş gece sahneleri. Filmdeki Kuyucak tobruğu bize Sabahattin Ali'nin Kuyucaklı Yusuf'unu hatırlatıyor. Öte yandan, ana temaları açısından Emin Alper'in başyapıtı Kurak Günler'in akla geldiği de söylenmeli. Taşra ahlakına eğilmeleri; eşcinselliğin hem olası, hem yasak olmasındaki çelişkiye değinmeleri benzerlikler içeriyor.

Ve oyuncular. Hepsi birbirinden iyi oynamış. İshak'ta Berkay Ateş, Ali'de Cem Yiğit Üzümoğlu, yaşlı babada deneyimli Taner Birsel harika. 'Alamancı Türk' Sibel Kekilli'yi yeniden perdede görmek tam bir şölen. Pınar Deniz de iyi bir oyuncu. Çok iyi bir yapımla yeniden Özcan Alper'e kavuşmak ise sinefiller için çok hoş doğrusu...

Son olarak filmin son jeneriklerde Nuh Köklü'ye adandığını ve onun 2016 yılında, sokak ortasında bıçaklı birinin saldırısına uğrayarak vefat eden değerli bir Türk gazetecisi olduğunu hatırlatayım.


YARIN: OREGON

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Film yok... Onun yerine, şundan bundan!..

Sevgili gazetem Cumhuriyet tam 100. yılını kutlamış. Cemal Reşit Rey kongre salonunda ve görkemli bir geceyle... ‘Mış’lı konuşuyorum, çünkü tam 27 yılımı verdiğim, bana öğrettiği gazeteciliği, kafama yerleştirdiği tüm ilkelerimi bugün T24’teki barış, hak, adalet, hukuk aramaya çabalayan muhalif yazılarımda kullandığım halde... Evet, tüm bunlara karşın; oradaki birçok ‘dostuma’ rağmen... Belki de ‘düşmanlarım’ buna engel oldu

İstanbul'da yaşamanın artı ve eksileri üzerine

Bu yazıyı yazmamın baş nedeni İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin çıkardığı aylık derginin Nisan sayısı oldu. İstanbul Bülteni adını taşıyan ve AVM'ler ya da metro istasyonlarında bulunan bu dergide, İmamoğlu'nun sevgili kentimize kattığı güzellikler öylesine iyi anlatılmıştı ki...

Kaderin elinde sönüp giden bir şarkıcının dramı

Özellikle müzikseverler için kaçırılmaması gereken filmlerden...