Usta besteci Marco Beltrami’nin çok ekonomik müziği de, bizleri ailenin tüm bireyleriyle birlikte olup bitenlerin tam içine atıyor sanki...
SESSİZ BİR YER X X X X
(A Quiet Place)
Yönetmen: John Krasinski Senaryo: Bryan Woods, Scott Breck, John Krasinski Görüntü: Charlotte Bruus Christensen Müzik: Marco Beltrami Oyuncular: Emily Blunt, John Krasinski, Millicent Simmonds, Noah Jupe, Cade Woodward
Paramount (UİP) filmi
2000 yılından beri filmlerde ve TV dizilerinde izlediğimiz yakışıklı Amerikan aktörü John Krasinski’nin böylesine usta işi bir film yapabileceğini kim kestirebilirdi?
Hele korku filmi gibi özellikle son dönemde hayli aşınmış, her türlüsü yapılmış bir türde, gerçekten ürküten ve kimi çok kullanılmış ögelerine karşın gerçek bir yenilik duygusu yaratabilen bir filmi?
Gerçi Krasinski’nin yapımcılığı ve yazarlığı da var. Yönetmenliği ise çok sınırlı kalmış. İki yıl önceki The Hollars filminden sonra bu ikinci uzun filmi.
Film anlaşılan dünyanın bir biçimde çöktüğü ve ‘kıyametin koptuğu’ yıllarda geçiyor. Batılılar buna ‘apokaliptik çağ’ ya da distopya gibi adlar takmışlar. Ayrıntı verilmiyor, ama filmin başında çöküşten ve onu izleyen felaketten 89 gün sonrasına gidiyoruz.
Gösterilen asıl felaket, dünyayı son derece ürkünç yaratıkların işgal etmesi. Jurassic Park’ın dinozorlarıyla Alien- Yaratık’ın yaratığı arasında... Başlarda sadece birden saldıran korkunç gölgeler olarak şöyle bir gördüğümüz, ama filmin ilerlemesiyle daha da kanlı-canlı hale gelen ve yakından gözlemleme keyfine (!) vardığımız korkunç şeyler.
Nedir bunlar, nereden çıkıp gelmişlerdir? Anlaşılmıyor, ama önemi de yok. Bilmemiz gereken ve hemen öğrendiğimiz şey şu: sesten ürkmektedirler ve en küçük sese/gürültüye hemen saldırıyla karşılık vermektedirler.
Böylece bu duruma uyum sağlamış bir aileyi tanırız. Hiç gürültü yapmadan iletişim kuran ve zaten büyük kız çocukları sağır olduğu için, işaret diliyle konuşmayı çoktan öğrenmiş bir ana-baba ve üç çocukları.
Üstelik kadın gebedir ve doğurmak üzeredir. Yeni doğacak bebeğin kaçınılmaz seslerinin başlarına ne dertler açacağını da merakla bekler oluruz.
Ve beklenen her şey olur. Umulmayan sesler, aniden patlak veren doğal veya kaza eseri gürültüler, aileyi zor anlara sürükler. Hele bebek doğunca...Üstelik baba o sırada uzaklardadır ve anne doğum sırasında yapayalnız kalıp tam bir ölüm-kalım savaşı verir. Allah kimsenin başına vermesin!..
Asıl önemli olan, Krasinski’nin özellikle yönetmen olarak filmi katmayı başardığı gerilim. Bu çok az konuşmalı ve çok az ‘gürültülü’ film, kısa zamanda seyirciyi öylesine avucunun içine alıyor ki... Doğadaki çekimler kadar, çok iyi tasarlanıp kurulmuş iç mekanların etki gücü yüksek.
Ve en az düzeyde kullanılmış özel efektler ve usta besteci Marco Beltrami’nin çok ekonomik müziği de, bizleri ailenin tüm bireyleriyle birlikte olup bitenlerin tam içine atıyor sanki...Müzikte Neil Young’ın Harvest Moon şarkısını da unutmadan...
Tüm o yapay, abartılmış ve görsel/işitsel şoklarla yürüyen son dönem korku filmlerinden sonra, Sessiz Bir Yer bambaşka bir etki yapıyor. Gerçek hayatta da bir çift olan Emily Blunt ve John Krasinski çok iyi birer portre çiziyorlar. Özellikle de Blunt.
Ama evin kızında TV’den gelme gencecik oyuncu Millicent Simmonds’a özel bir övgü. Bu denli iyi olmasında doğuştan sağır olmasının da etkisi olabilir mi ? Belki...
Ama tam rolüne oturduğu ve filme hayli katkıda bulunduğu kesin...
Not: Haftanın Oscar’lı (yabancı film dalında) filmi Muhteşem Kadın’ın eleştirisi ortakoltuk.com sitesinde.
Kendimle ilgili iki not:
Sinemanın Unutulmuş Hazineleri serisinde Milliyet- Sanat dergisinde bu ayki yazım, Fransız yönetmeni Julien Duvivier’nin aynı öyküden çıkardığı iki film: Balo Karnesi ve Lydia.
Aylık Arkapencere dergisinin Nisan sayıısında sinema yazarı dostum Cem Altınsaray’ın benim için yazdığı çok güzel yazı gözlerimi yaşarttı. Tüm dostlarıma (ve elbette düşmanlarıma!) okumalarını rica ederim.
Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?
Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir
Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...