07 Haziran 2024

Sempatik bir serinin tıkır tıkır işleyen son ürünü

Efsanevi yapımcı Jerry Bruckheimer’in, Belçika kökenli yönetmen ikilisi Adil El Arbi and Bilall Farrah’ın, son derece başarılı görüntü yönetmeni Robrecht Heyvaert’in çabaları sonuç vermiş

BAD BOYS: YA HEP, YA HİÇ                                            

X  X  X

(Bad Boys: Ride or Die)

Yönetmen: Adil El Arbi, Bilall Fallah
Senaryo: Chris Bremner, George Gallo
Görüntü: Robrecht Heyvaert
Müzik: Steve Jablonsky               
Oyuncular: Will Smith, Martin Lawrence,Vanessa Hudgens, Alexandre Ludwig, Paola Nunez, Eric Dane, İoan Gruffud, Jacob Scipio, Melanie Liburd, Joe Pantolanio, Tasha Smith, Tiffany Haddish

Columbia filmi, 2024

Bad Boys: Ya Hep Ya Hiç filminden bir kare (Kaynak: Beyazperde)

İşte haftanın filmi diye lanse edilen ve gerçekten de ilk başta bize sunulan tek film olan bu yapım (son dakikada bir perşembe günü gösterisi eklendi) doğrusu beni şaşırttı. Aslında bir seri olduğunu öğrenip eski kitaplarıma bakınca, Hayatımızı Değiştiren Filmler- 2015-2020’de birini buldum: Bad Boys: Herzaman Çılgın- Bad Boys for Life. 1995 ve 2003 tarihli iki filmden sonra gelen bu 2009 yapımı filmi öylesine beğenmişim ki, X X X X vermişim. Yine bundaki yönetmen ikilisi; yine Will Smith-Martin Lawrence uyuşması. Ve yarım düzine kadar aynı adlar: Jacob Scipio’dan Joe Pantoliano’ya, Vanessa Hudgence’den Paola Nunez’e… Baş oyuncu ikilisi için şöyle demişim: “Will Smith ve Martin Lawrence bunca yıl sonra daha da olgunlaşmış oyunlarıyla, ikilinin inanılmaz dostluğunu ve ona ilginç bir sos oluşturan o bitmeyen kavgalarını çok iyi veriyorlar.” Ve şöyle bitirmişim: “Bu filmi özellikle genç sinemaseverlere öğütlüyorum.”

Yıllar sonra gelen bu yeni filme kendi adıma önce biraz yukardan baktım. Büyük bir hareketlilik ve dur-durak bilmeyen bir kamerayla çekilmiş sahneler bende biraz yorgunluk yarattı: Aksiyon-komedi türünün yeni bir gösterisi değil miydi bu? Üstelik film çok tipik bir siyahi mizaha dayanıyordu ve buna karşılık tüm kötülük beyazlardan geliyordu. Bu kadar ‘simsiyah’ bir bakış abartılmış değil miydi?

Ama giderek fikrim değişti. Yine Miami’de geçen filmde doğrusu gerçekten hiç düşmeyen bir tempo egemendi. Film başlarda tüm filmlerin iki ana kahramanlarından Mike’ın yeni sevgilisi Rita’yla evliğine tanık oluyordu. Amerikan usulü görkemli bir törenle... Ama yakın arkadaşı Marcus o bitmeyen iştahıyla tıkınıyor, bu da onu hastaneye gönderiyordu…

Bu arada Mike kendisi de filmdeki deyişle bir ‘panick-attack’ yaşıyordu. Çünkü oğlu Armando (ki bir önceki filmde karşımıza çıkmıştı) ona büyük bir sorun yaratıyordu. Ona sahip çıkmamış, sorumluluğunu yüklenmemişti. Ve bu durum onu üzüyordu. Sonrasında tüm ailenin çok sevdiği Yüzbaşı Howard, ani ölümünden sonra kartellerle ilişkide bulunmakla suçlanınca, kahramanlarımız onu da savunmaya girişiyorlardı. Ve bu zaten bir aile teması içeren hikâyeyi daha da geniş bir aile savunmasına dönüştürüyordu.

İşte böylece süregiden bir film... Efsanevi yapımcı Jerry Bruckheimer’in, Belçika kökenli yönetmen ikilisi Adil El Arbi and Bilall Farrah’ın, son derece başarılı görüntü yönetmeni Robrecht Heyvaert’in çabaları sonuç vermiş. Kimi kolay unutulmaz sahnelerle... Örneğin sözünü ettiğimiz düğün sahnesi. Tüm o arabayla çılgın takipler... O alevler içinde yanan bir arabayı sonuna dek kullanma bölümü... Ve elbette, bir ahlaki ders. İyilerin kartellere karşı savaş açtığı için öldürülen bir liderin hiç olmazsa anısını koruma çabası...

Ve de oyuncular... Biri 59, öbürü 55 yaşında iki başoyuncu. Mike’deki Will Smith Oscar almış deneyimli bir oyuncu. Burada birkaç yıl önceki görkemli Oscar töreninde yaratığı olayı akla getiriyor. Hani bir tokatla bitmişti!.. Ve yine siyahi Martin Lawrence... Marcus rolünde o da harika. Dengeli bir abartı kurmayı bilerek!.. Ayrıca genç oğul Armando’da Jacob Scipio, Kelly’de Vanessa Hudgens, Rita’da Paola Nunez, Yüzbaşı Howard’da Joe Pantolanio da yeterince iyiler.  

Demek ki, bir başyapıt beklememek koşuluyla 115 dakikanızı rahatça geçirebileceğiniz bir film...


Yarın: Gözcüler Filmi

 

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

Yazarın Diğer Yazıları

Animasyon sinemasında yeni bir zirve

Acaba ben de çok şey öğrenmedim mi bu filmden?

Bir korku filmleri ustasının kızı işe başlıyor

Kimi sahnelerde kişileri karşı karşıya iki gurup haline getiren... Ya da, daha iyisi (ve zoru) bir kahramanı aynada kendi kendisiyle karşılaştıran çekimler... Bunlar da sanırım kameranın ardındaki Eli Arenson’un becerisinin bir sonucu sayılabilir

Başka ünlüler, değişik geziler, emeği geçenler

Safranbolu adı safran bitkisinden geliyor. Bu bitki çok değişik bir tat içeriyor. Nitekim kendine özgü Safranbolu çayı, Safranbolu kolonyası da var. Yemeklerine gelince... Doğrusu çokluk belediyenin yemekhanesinde konuklarla bir araya geldiğimiz için, pek ağız tatları deneyemedik