Bu kendine özgü filmin öylesine erdemleri var ki...
TUTSAK
X X X X
(Bel Canto)
Yönetmen: Paul Weitz Senaryo: Anthoy Weinkraub, P. Weitz Görüntü: Tobias Datum Müzik: David Majzlin Oyuncular: Julianne Moore, Christopher Lambert, Ken Watanabe, Sebastian Koch, Ryo Case, Maria Mercedes Coroy, Elsa Zilberstein, Johnny Ortiz
Amerikan filmi
Film hangisi olduğu belirtilmeyen bir Latin Amerika ülkesinde geçiyor. (Gerçi çekimler Mexico City’de yapılmış). Japon elçiliğinde bir büyük davet var. Gecenin yıldızı ünlü bir Amerikalı sopranodur: Roxane Coss. Ve dünyayı dolaşıp konserler vermektedir
Geceye ülkenin başkanı da davetlidir. Ama (filme göre) o gece yayınlanan gözde TV dizisini kaçırmamak için gelmemiştir!...(Ah, bu Latin Amerika dizileri!).
Sopranomuz konserine başlar Ve billur sesiyle konukları mest eder. Ki onların arasında, belki de başında, tanınmış Japon iş adamı Hosokawa da vardır. Ve gerçek bir opera tutkunudur. Bu arada Roxane’a da tutulmaktan kendini alamayacaktır!..
Ama birden ortalık karışır. Çünkü bir grup silahlı adam daveti basar. Bu Latin teröristlerin amacı başkanı esir almak ve böylece, anlaşılan başında acımasız bir diktatörün bulunduğu yönetimin tutukladığı özgürlük yanlılarını serbest bıraktırmaktır.
Ama başkan yoktur ki!.. Bu nedenle olay bir rehin alma operasyonuna dönüşür. Ve ‘konuklar’ bir çözümü umutla beklerken, beklenmedik gelişmeler birbirini izler.
Tüm bunlar aslında Peru’da 1996 yılında yaşanan gerçek bir olaydan ve buna dayanan Ann Patchett imzalı bir kitaptan uyarlanmış. Ve uzun yıllardır tasarlanan bu proje, sürpriz bir ismin, Amerikalı Paul Weitz’in eline geçmiş.
1999’dan beri film yapan ve başlarda kardeşi Chris Weitz’la çalışan Paul, özellikle hafif komedilerle tanınıyor: Amerikan Pastası, About A Boy- Bir Erkek Hakkında, In Good Company- Babamın Kabusu, Flynn Olmak, Admission- Başvuru: Kabul, vs.
Bu çok değişik film, farklı tepkiler almış. Çok beğenenler var, hiç beğenmeyenler var. Ben ilk gruptanım. Çünkü bu kendine özgü filmin öylesine erdemleri var ki...
Bir yandan klasik bir rehine hikâyesi. Öte yandan, opera sanatına görkemli bir saygı duruşu. Çünkü her zamanki gibi harika olan Julianne Moore’a tanınmış soprano Renee Fleming sesini vermiş. Ve iki büyük yeteneği ustalıkla birleştiren o bölümler son derece etkili
Ama asılı önemlisi, o insanlar arasında olup bitenler. Öylesine farklı ilişkiler oluşuyor ki... Aralarındaki tüm sınırlar aşılıyor: ırk, milliyet, sosyal sınıf, dil, kültür, cinsiyet, yaş, vs. Ve duygusal/cinsel, giderek sanatsal bağlar oluşuyor. Örneğin Japon iş adamıyla soprano, Japon çevirmenle terörist kız fırsatını bulup yatıyorlar.
Fransız büyükelçisi piyanoda Roxane’a eşlik ediyor. Ayrıca vakit bulup satranç bile oynuyorlar!.. Azılı gözüken bir teröristin kültürlü bir öğretmen olduğu anlaşılıyor. Bir diğer terörist liderse aslında iyi bir ses sahibidir ve ilk şarkı derslerini sopranodan alacaktır!...
Böylece tüm bu kahramanlar, sanki Luis Bunuel’in Burjuvazinin Gizli Çekiciliği başyapıtına yeni ve çağdaş bir yorum getiriyorlar. Bir evde mahpus kalan tüm o değişik insanlar, aralarında komikten dramatiğe, groteskten fantastiğe ilişkiler kuruyorlar.
Müzik ve opera dominant bir öge oluyor. Ve bir ara Roxane, Hosokawa’ya şöyle diyor: “Opera bu. Yani sonunda herkes ölür!”. Bu, operanın bir tanımlamasını aşıp kehanete dönüşecek midir? Merakla bunu bekler oluyorsunuz.
Filmin en hoş yanlarından biri, her milletten oyuncuların kendi dillerini konuşması. İnat ve ısrarla... Böylece herkesin ‘mecburi’ İngilizce konuştuğu filmlerle yolunu ayırmış oluyor. Ve hikâye icabı konan tercümanla iş hallediliyor. Tam bir kültür çeşitliliği örneği!..
Oyuncuların seçimi de buna hizmet ediyor. EşsizJulianne Moore’un yanı sıra bir dönemin Fransız starı Christophe Lambert, yine Fransa’dan Elsa Zilberstein, Japonya’nın uluslararası oyuncusu Ken Watanabe, Alman Sebastian Koch...Çok iyi Meksikalı oyuncular. Özellikle de asi Carmen’de Maria Mercedes Coroy göz dolduruyor.
Peru olayında sonuca ancak 4 ayda ulaşılmış. Burada ise süre kesin olarak belirmiyor. Ama kabaca birkaç hafta gibi. Bu kadarı da çok şeyin iç içe geçtiği bu özel hikâyeye gerekli soluğu sağlıyor. Kaçırmayın!..
'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?
Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?
Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir