29 Mart 2024

Popüler bir serinin en son halkası

Aynı yazar-yönetmen ekibinin bu son çabası bir zirve değil. Ama özellikle yeni keşfedecekler için hayli eğenceli bir gösteri sayılabilir

HAYALET AVCILARI – ÜRPERTİ

X X X

(Ghostbusters: Frozen Empire)

Yönetmen: Gil Kenan
Senaryo: Gil Kenan, Jason Reitman, İvan Reitman ;
Görüntü: Eric Steelberg
Müzik: Dario Marianelli
Oyuncular: Paul Rudd, Carrie Croon, Finn Wolfhard, Mckenna Grace, Kumail Nanjiani, Bill Murray, Dan Aykroyd, Annie Potts, Patton Oswald, Celeste O'Connor, Logan Kim, James Acaster, Ernie Hudson, William Atherton

Columbia filmi, 2024.  

Hayalet Avcıları - Ghostbusters sinemanın en uzun sürmüş popüler serilerinden biri. İlk film 1984'te çevrilmiş (ve söylenene göre bu yenisi onun bir anlamda yeniden çevrimi imiş). Beş yıl sonra Ghostbustres - 2 gelmiş. 2021'de ise Ghostbusters- Afterlife. Arada yine bu adı taşıyan, ama farklı sermayelerden çıkmış ve değişik yönlere giden kopyaları veya özentileri yapılmış. Asıl filmlerin belki en tipik noktası ise bu filmde küçük rolleri olan eski oyuncuların varlığı. Özellikle de Bill Murray ve Dan Aykroyd...

Bu yeni filmde karşımıza en görkemli ve de gizemli haliyle New York kenti çıkıyor. Amerikan argosunda Büyük Elma diye anılan o benzersiz büyük şehir... Ve tanınmış ozan Robert Frost'un kentle ilişkili mısralarını işitiyoruz. Bir yandan da Maceracılar Cemiyeti adlı bir kurumun önünde durarak...

Sonra filmin genç kahramanları karşımıza çıkıyor. Bir önceki filmde tanıdığımız Spengler ailesi. İki çocuk sahibi olan Callie. Ki çocuklar 18 yaşındaki delikanlı Trevor ve 15'indeki kız Phoebe'dir. Ve o sıralarda Callie tanıştığı Gary Groooberson'la aşk yaşamaktadır.

Ama karşımızda öyle bir Yarım Elma buluruz ki... Çılgın bir şoför olan Gary kenti inanılmaz bir tempo ve cüretle kateder durur; tam anlamıla bizi serseme çevirerek... Esrarengiz bir yapının içine girince, tüyler ürperten bir manzarayla karşılaşırlar: yıllar önce, değişik pozisyonlarda erkek-kadın donup kalmış birçok insan bularak!... Gerçekten de çok ürkünç bir görüntü...

Ama asıl sürpriz bizzat kentin kendisidir. Çünkü o güzelim şehir hayaletlere teslim olmuştur!... Gökyüzünde dolaşan çarpıcı, rengarenk tuhaf şekiller; caddeler boyu aşık atan canavarlar... Birisinin dediği gibi "lağım ejderhaları!" Öylesine bir ortamdır ki bu, bir "ruhlarla konuşma kuyruğu" oluşmuştur; ambulans arabalarında insan emirlerini tanımayan garip şeyler yaşanır; bir Paranormal Araştırma Merkezi, bir Ruh Yüklü Eşya koleksiyonu oluşur.

Ve belki en büyülü eşya, bir pirinç küredir. Hazret-i Süleyman devrinden kaldığı söylenen...

Araya değişik karakterler girer: Hint kökenli bilge Nedim Razmadi; becerikli doktor Hubert; tuhaf bir sarışın hayalet -ki ben Ajda Pekkan'a benzettim!... Arada NewYork kapkara bulutlarla örtülür; pirinç o küreden ötürü ana madde olur; kentin ortasındaki taştan arslan birden canlanır!... Ve sonunda tüm New York ahalisi upuzun boyu, sipsivri tırnakları ve ürkünç bakışlarıyla insanı ürperten bir canavarın hakkından gelmeyi başarır. Hayli salak bir belediye başkanının beceriksizliğine rağmen...

Evet, işte serinin son filmi böyle bir şey... 1984'deki filmle benzerliği yabancı basında konuşulmuştu. Ama yeni kuşaklar için bu önemli sayılmayabilir. Bizim kuşaklarsa en çok bu hikâyenin başvurduğu modern teknolojinin üst düzeyi kadar, eski-yeni oyunculara da yoğunlaşabilir. Eskilerden -ki ilk filmlerden beri olaya katılmışlar- Bill Murray, Dan Aykroyd, Annie Potts'u yeniden bulmak hoş oluyor. Ara kuşaktan Paul Rudd, Carrie Croon, en yeni kuşaktansa Trevor'da Finn Wolfhard, belki filmin en parlak oyuncusu olarak Phoebe'de Mckenna Grace, Nedim Rajmani'deyse Kumail Nanjiani -ki Ateş Ustası deyimini hak edecektir... Hepsi çok iyiler.

Sonuç olarak, aynı yazar-yönetmen ekibinin bu son çabası bir zirve değil. Ama özellikle yeni keşfedecekler için hayli eğenceli bir gösteri sayılabilir.


Not: Tüm okurlarıma Pazar günü için iyi seçimler diliyorum. Aman, ihmal etmeyin. Ve tek bir oyun bile önemli olduğunu unutmayın...

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Altın Palmiye’li, bol seks ve ırk kavgası içeren bir film

Filmin gayet hareketli bir kamerası var. Drew Daniels’in elinden çıkma...Sean Baker yönetimle senaryoyu gayet iyi kotarmış. Son haftaların en iyi filmi bence...

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

"
"