Tüm aksiyon ve özellikle döğüş sahneleri en inandırıcı biçimde çekilmiş
SARIŞIN BOMBA (Atomic Blonde) X X X
Yönetmen: David Leitch Senaryo: Kurt Johnstad Görüntü: Jonathan Sela Müzik: Tyler Bates Oyuncular: Charlize Theron, James McAvoy, John Goodman, Tobby Jones, Sofia Boutella, Eddie Marsan, James Faulkner, Roland Moller, Bill Skarsgaard, Sam Hargrave, Till Schweiger, Barbara Sukowa
Amerikan filmi
Görünürde çok tipik bir casusluk filmi gibi başlayan bir yapım. Dönemi de buna öylesine uygun ki...Yıl 1989, komünist rejimler tüm dünyada çökme aşamasına gelmişler. Ve ünlü Berlin Duvarı da 28 yıl boyunca bir ülkeyi, bir kenti ve bir halkı ikiye ayırdıktan sonra, çökme sürecine girmiştir.
Bu mekan, bu dönem ve bu tema sinemada ne güzel filmler yaratmıştır...Soğuktan Gelen Casus’dan Funeral in Berlin’e, Başkalarının Hayatı’ndan Casuslar Köprüsü’ne, Elveda Lenin’den Berlin Üzerinde Gökyüzü’ne, Kod Adı: Uncle’den Seçilmiş’e...
Ve, izninizle, o yıl da duvarın çöküşünden hemen sonra festival için Berlin’e gittiğimden, bu olayı sıcağı sıcağına yaşamış bir yabancı olarak benim için çok özel bir dönemdir.
Ne var ki bu klasik yapıda bir film değil. Bir çizgi-romandan uyarlanmış: Anthony Johnston’un yazıp Sam Hart’ın resimlediği The Coldest City- En Soğuk Şehir.
Fark şurada ki, yapımcılar beş yıl önce, roman daha yayınlanmadan ilgi duymuş, haklarını almış ve uzun bir hazırlıktan sonra filmi gerçekleştirmişler.
Film karışık bir entrikaya dayanıyor. Bölünmüş şehrin mağrur galiplerinden İngiltere, öldürülen bir casus dolayısıyla kadın ajan Lorraine Broughton’u oraya yolluyor. Alabildiğine güzel, aynı ölçüde soğuk ve acımasız, birçok dili konuştuğu gibi döğüş sanatlarında da son derece usta bir ölümcül kadın.
Ve orada zaten tanıdığı sempatik ajan James Gascione’un ölümünü araştırırken, bir yandan İngiliz ekibin başkanı hinoğlu hin Eric Gray, öte yandan kaşarlanmış ve şüpheli meslekdaşı ve vatandaşı David Percivel, ayrıca azılı KGB- Sovyet casusluk örgütü katilleriyle savaşmak zorunda kalacaktır. Hepsi önlenemez ABD temsilcisi, CİA ajanı Kurzfeld’in dikkatli bakışları altında olmak üzere...
Film önce karışık entrikasının kurbanı oluyor. Ve seyirci odaklaşmakta zorlanıyor. Ama giderek entrika süzülüyor ve kimi kişi ve durumlara yoğunlaşıyor.
Böylece alımlı Lorraine bir yandan olayların temelinde yatan bir şeyin peşine düşüyor: kentte cirit atan tüm ajanların ve asıl önemlisi, ikili oynayanların eksiksiz listesi. Ki elden ele geçtikten sonra, artık tek bir yerde mevcuttur: güçlü bellek sahibi bir yerel ajanın zihninde...
Ve öte yandan, Lorraine Fransız ajanı Delphine Lasalle’le sıkı bir ilişki kuruyor. Lasalle onun filmde duygusal ve cinsel bir ilişki kurduğu tek insan. Sorun şu ki o bir kadın!...
Ve böylece film, ana romandan geldiği açık olan şu temel ögeyi sindirmiş gözüküyor: bu açıkca lezbiyen bir ilişkinin öyküsüdür.
Buna hiç bir itirazımız yok. Tersine, iki kadın arasındaki tüm sahneler büyük bir özen ve estetikle çekilmiş. Sadece yazar-çizerlerden yönetmene hemen tüm yaratıcılarının erkek olduğu bir filmde, bu sürpriz oluyor. Ama belki tam tersi!...
Bu arada filmin Merkel adlı bir kahramanı da var. Ama bir erkek...Böylece bunun ‘bizim Angela’ olmadığı açık!...
Öte yandan tüm aksiyon ve özellikle döğüş sahneleri en inandırıcı biçimde çekilmiş. Görece olarak elbette...Yoksa bir kadının tek başına onca erkeğin hakkından gelmesi ancak çizgi- roman mantığıyla açıklanabilir!...
‘Soğuk şehir’ Berlin’in dönemin tüm gerekleriyle canlandırılması ise olağanüstü olmuş.
Charlize Theron elbette görkemli. Oscar’lı bir oyuncunun böyle bir role sıvanması şaşırtıyor önce...Ama niye olmasın? Bir kadının pekala böyle bir tutkusu olabilir. Yakın zamanda bir başka iyi oyuncu, Scarlett Johansson da aynı şeyi yapmadı mı?
James McAvoy, John Goodman, Tobby Jones, Eddie Marsan gibi oyuncular elbette çok iyi. Delphine Lasalle’da Sofia Boutella, Theron’a layık bir partöner. Her anlamda!...
Ama hakkı yenmişler de var. Özellikle de Alman oyuncular... Hadi, Till Schweiger için çok ağıt yakmayalım. Ama Barbara Sukowa’nın morg memuresi olarak iki dakika kadar gözükmesine ne diyelim? En azından o unutulmaz Rosa Luxembourg’u yaratan hanımefendiye ayıp olmamış mı?
'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?
Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?
Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir