18 Haziran 2019

Oyumuzu kime vermeliyiz ve hangi nedenlerden?

“O gelirse, belki artık Gezi Parkı’nın ağaçları da rahat uyurlar. Kim bilir!”

Her şeyden önce bir sevinç: Tüm demokratik ülkelerde seçim öncesi geleneksel olan en önemli iki adayın kamuoyu önünde tartışması, ülkemizde 17 yıllık bir tatilden sonra yeniden döndü. Katılanlara, bunu düşünüp organize edenlere ve gerçekleştirenlere öncelikle bir teşekkür. İşi ustalıkla yöneten değerli gazeteci İsmail Küçükkaya’ya da elbette...

İşin siyasal boyutlarını birçok politika yazarı yazacak. Ben sadece bir aydın olarak kişisel görüşlerimi toparlayıp önemli bulduğum birkaç noktaya değinmek istiyorum. Öncelikle iki adayın da görüşlerini cesaretle savunduklarını, hiçbirinin tam anlamıyla teslim olup çökmediğini belirtmeliyim.

Elbette İmamoğlu’nun avantajları çoktu. Çok daha gençti (15 yaş kadar), çok daha heyecanlı, iddialı ve atılgandı. Sanki biri geçmiş, öbürü gelecek gibi duruyordu. Ama geçmişi de ‘külliyen’ yadsıyabilir miyiz? Binali Yıldırım’ın siyasetin hemen her alanındaki hizmet yıllarını çöpe atabilir miyiz?

FETÖ’cülük ve vakıflar

Ama özellikle AKP’de geçmiş yılların ona getirdiği büyük yükler de vardı. Özellikle FETÖ ve FETÖ’cülük konusunda... İktidarın bitmeyen ve anlaşılan hiç bitmeyecek olan bu konudaki günahlarına kaçınılmaz olarak Binali bey de katılmıştı. Toplantılar, buluşmalar, yardımlar. Bunun üzerine yeterince gidilmedi.

Üstelik tartışmanın en önemli temalarından biri olan İBB- İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin sayısız vakfa ve derneğe akıl ve izan dışı yardım ve desteği konusundaki İmamoğlu eleştirisine, Binali bey “İstanbul’da 23 bin tane vakıf, dernek var. Vakıflara destek olmak yanlış değil. Ama vakıflara nakdi bir kuruş yardım yapılmamıştır” derken, büyük bir çelişkiye düşmüyor muydu? Hemen ardından “FETÖ büyük bir terör örgütüdür. FETÖ ile mücadelemiz devam edecek” demekle, en azından bu mücadeleyi yürütme bahanesinin ardına sığınmış sayısız derneğe yardım edildiğini açıkça itiraf etmiyor muydu?

Gazetecilerin günahı ne? 

Bir yan konu gibi gözüken bu olayın üzerinde özellikle durdum. Çünkü her aklı başında insanımız gibi, AKP’nin başımıza bela ettiği bu çetenin gerçek destekçileri yanı başımızda dururken, bunun hiç ilgisiz kurum ve bireylere ve insanlara (ki aralarında, CUMHURİYET’den SÖZCÜ’ye ünlü gazeteciler, tanınmış yazarlar, muhalif isimler, eski askerler, anlı-şanlı komutanlar, önemli sanatçılar, akademisyenler ve gencecik öğrenciler ve daha kimler kimler var!) reva görülen zulüm benim de yüreğimi dağlıyor, vicdanımı yaralıyor.

Ne dersiniz, sayın Binali bey?....Siz ki o gerçek destekçilerin çok yakınındaydınız!.. Biraz o günleri anıp o anıları deşseniz ya...

Bitmeyen aşkımız: İstanbul

İki konuya daha değinmek istiyorum. Bunlardan biri elbette İstanbul. Benim de büyük aşklarımdan biri, üzerine birkaç kitap yazdığım rüya-şehir. Ki o şehir üzerine bizzat RTE’nin ettiği “Biz o şehre ihanet ettik” lafı tartışmada bol bol anıldı...

Peki ama bu ‘ihaneti’ Türk halkının, İstanbul sevdalılarının gerçekten affetmesini nasıl beklersiniz?  O Türk halkı ki, kendisine ihanet eden eşini bağışladığı hiç görülmüş müdür? En iyi durumda, onu hemen terk eder ama ne yazık ki çoğu zaman canını almayı yeğler! Tövbe tövbe, Allah siyasetçilerimizi korusun!...

Ama bu iktidarın İstanbul’a –aslında tüm ülkemize- çevre konusunda yaptığı kötülüğün bir benzeri var mı?  Bizde veya herhangi bir başka ülkede böylesine saldırıya uğrayıp yağmalanmış bir başka tarihi kent görüp duydunuz mu? Doğanın dünyada genelde korunan yüksek tepelerden yeşil vadilere her köşesine en yüksek binaların dikildiği, yeşilliklerin ve ağaçların haincesine talan edildiği, ne nefes alınacak bir bahçe, ne de deprem toplanma alanları bırakılan bu kent, artık yepyeni ve bambaşka bir yönetim istiyor, bunu sanki haykırarak talep ediyor. Lütfen kulak verin!..

İstanbul’da kalanı ancak İmamoğlu kurtarır...

Bu öyle bir iktidardır ki ekonomisini inşaat üzerine oturtmuş, müteahhitliği hiçbir ülkede görülmemiş biçimde şımartmış, adeta yeni nüfuz sahipleri, nevzuhur krallar yaratmıştır. Öylesine ki, onlar yeri geldiğinde “milletin a... koyacağız” bile diyebilirler ve bu sözleri için özür bile dilemezler. Tersine, saygınlıkları artar. Ve Saray’ın en gözde konukları olurlar. Bu düzenin değişebileceğine dair en küçük bir umut vermez, veremez Binali bey...

Açıktır ki bu konuda son umut İmamoğlu’dur. Ancak o en azından kalanı kurtarabilir: O korkunç Kanal-İstanbul’u durdurarak... Boğaz’ın, Belgrad ya da Kuzey Ormanları’nın kalanını koruyarak... Daha şu günlerde bir kayaya sığınmış bir foku kovmaya çalışarak ya da tanınmış bir Caretta koruma alanını makinalarla dümdüz ederek çevrecilik konusunda örnek alınacak (!) çabalar harcayan ülkemizde İmamoğlu, İstanbul çapında sarılınacak son can simididir. Bu böyle biline...

Ve bir süre önce yazdığım bir yazıda dediğim gibi “O gelirse, belki artık Gezi Parkı’nın ağaçları da rahat uyurlar. Kim bilir!”

Tek adam dış politikası

Son bir nokta da şu. Tartışmanın dışında, genel olarak söylüyorum. Elbette artık İstanbul seçimi kendi sınırlarını aşan bir önem kazanmıştır. Temelde artık değişmesi gereken, bu iktidardır. Çünkü artık bu tek adam yönetimi almış başını gitmekte ve ülkemizi en tehlikeli sulara sürüklemektedir. Belki ‘one minute’ olayında birçok Türk vatandaşı gibi bizler de gururlandık, bu cesaret hoşumuza bile gitti.

Ama şimdi bakınız...Öyle bir noktaya geldik ki...Aynı gün içinde hem ABD’ye meydan okuyan, hem de Fransız Cumhurbaşkanı Macron’a “Sen kimsin? Sen orada ne arıyorsun?” diyen... Esad rejiminden Mısır yönetimine, Irak’tan Suriye’ye, Yunanistan’dan Kıbrıs Rum kesimine, AB- Avrupa Birliği’nden AP- Avrupa Parlamento’suna birçok kuruma ağır sözlerle giydirip duran bir başkanımız var!..

Kasımpaşa ağzıyla diplomasi

Bu siyaset, o eski klasik Türk diplomasisini yavaş yavaş yok ederek onun yıllar boyu (tüm Cumhuriyet tarihi boyunca) oluşmuş tüm inceliklerini tarihe gömen ve yerine tek bir kişinin üslubunu getiren bir anlayışın eseridir. Bu üslubun biraz Kasımpaşa soslu olmasıysa, sonunda tüm dünyada biz Türklerin hanesine yazılmaktadır.  

İşte bu seçim, bunu da değiştirmeye gidecek yolda önemli bir adım olabilir. Türkiye’nin en büyük kentlerinden sonra  İstanbul’un yönetimini de yitirmek, rejimin sonuna gidişi hızlandırabilir

Onun için, Türkü-Kürdü, burjuvası- emekçisi, genci-yaşlısı, kadını-erkeği, fakiri-zengini, iyimseri-kötümseri herkes, hepimiz 23 Haziran’da sandık başına gitmeliyiz. 

Ve oyumuzu, tüm bunları değiştirmenin fitilini yakabilecek olan Ekrem İmamoğlu’na vermeliyiz.  

 

Yazarın Diğer Yazıları

ABD'deki hayali bir savaşın korkunçluğu tam şu günlere denk düşüyor

Dünyamızın savaş denen korkunç olaya sayısız ülkede esir düştüğü şugünlerde, bu film önemli bir eleştiri sayılabilir

Bir korku klasiğinin ilk günlerine dönüş

Bu türü sevenler ve özlemiş olanlar için iyi bir seyirlik sayılabilir

Hindu kültüründen gelen kendine özgü bir kitle filmi

Karşımızda gerçekten hayli değişik bir film var. Hem anlattıkları; hem anlatma biçimleriyle...