26 Mart 2014

O gün geldi: Olmak ya da olmamak...

Yoksa ülkeye gerçekten de nefes aldıracak bir büyük dönüşümün, bir rönesansın, en basitiyle bir durup kendimize gelmenin ve normale dönmenin zamanı gelmedi mi?

Zurnanın zırt dediği nokta artık geldi. Bu iktidarla, bu başbakanla, bu belediye başkanlarıyla, ülkeyi her gün biraz daha tam bir paranoyanın içine atmaya adeta yemin etmiş bu garip mantık ve bu çıldırtıcı tempoyla devam edebilir miyiz? Yoksa ülkeye gerçekten de nefes aldıracak bir büyük dönüşümün, bir rönesansın, en basitiyle bir durup kendimize gelmenin ve normale dönmenin zamanı gelmedi mi?

Başbakan artık tümüyle kendi kişisel gündemini uyguluyor, birçok kişi gibi benim de takip edemediğim söylemini tekrar tekrar yineliyor. Modern bir Don Kişot gibi yeldeğirmenlerine savaş açmış, hep o kendi zihninde beliren düşmanlara çatıp duruyor. Pensilvanya diyor, CHP’nin müdürü diyor, uluslararası komplo diyor. Ağzından ülkenin gerçek gündemi, kitlelerin gerçek derdi, aydınların gerçek kaygıları üzerine, gerçek ekonomi, siyaset veya kent sorunları üzerine tek somut laf duydunuz mu? Hep o kafasında korkunç hayaletlere dönmüş hayali işbirlikçilere, düşsel lobilere, muhayyel Türkiye düşmanlarına veriştirip duruyor.

Onu izlerken, sanki sahnede tek kişilik oyun oynayan kötü bir oyuncuyu izler gibiyim. Benzetmek gibi olmasın, sanki Genco Erkal ünlü Bir Delinin Hatıra Defteri’ni oynuyor!.. Bağırıyor, çağırıyor, küfrediyor, yemin ve beddua ediyor. Hasta bir ruhun kendini dışa vurma serencamını, bozulmuş bir moralin çığlıklarını sürekli izliyor ve dinliyoruz.

Bu tatsız oyun artık canımıza tak dedi. Bu tek kişilik gösteri bitmeli. Ak Parti’nin sesleri giderek kısılan, çatallaşan, güçsüzleşen öbür önde gelenleri bile (Cumhurbaşkanından Bülent  Arınç’a) artık en küçük bir direniş umudu taşımıyorlar. Sanki bütün sistem durdu, koca bir parti bir kişiye esir oldu. Ve giderek olay bireysel bir çılgınlıktan kolektif bir salgına dönüşmeye başladı.

Gün artık karar günü. Sistemin çöküşünü de, demokrasinin iflasını da, ülkenin yağmasını da artık sizler durdurabilirsiniz. Yani, birkaç gün sonra sandık başına gidip oy verecek olan seçmenler. Artık hiçbir mazeret yok. Gidecek, oyunuzu ülkenin kurtuluşu yönünde kullanacaksınız.

RTE’nin belki en büyük kötülüğü, hepimizi müthiş bir öfke ve yoğun bir nefretle doldurmak oldu. Ne yazıyordu geçen pazar, Gülse Birsel: “Ben tavır olarak oy vermedim yeaa’ diye hala konuşan olursa, o konuşan ağzı üstündeki burunla birlikte kırarım!”. Bir kadından, hele sevgili Birsel’den hiç beklenmeyecek sertlikte bir cümle.

Ama mizah payı biryana, hepimiz böyle düşünür olduk. Artık çevremde Ak Parti’ye oy verdiğini ya da hiç oy vermediğini söyleyen birisine tahammül edemem!.. O sınıra geldim. Ya da ortalıkta imkânsız adaylıklarıyla boy gösterip oyları bölme riski yaratan çakma adaylara: Levent Kırca’dan Can Ataklı’ya... Dostum olsalar da...

Bizler de Anıtkabir’de geleneksel rekabetlerini unutup birleşen Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaraylılar gibi farklılıklarımızı törpüleyerek, gerçekçiliği gözeterek ve oylarımızı birleştirerek, en olası ve en güçlü partiye ve adaya oy vermeliyiz. Ki bu belayı başımızdan defedebilelim. Yoksa ülke ve rejim elden gidecek ve  hepimiz paranoyak olup çıkacağız… Hadi, bir gayret!...

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"