Cumhuriyet gazetesinde kıyamet kopuyor. Bunun uzun zamandır basında görülen en büyük toplu istifa eylemi olduğu söylenebilir.
Bu elbette çok üzücü bir şey. Hem de şu günlerde, Cumhuriyet’in varlığının çok önemli, giderek yaşamsal bir nitelik kazandığı şu bunalım döneminde...
Ama öte yandan bu, çok dolaylı ve de negatif yoldan olsa da aslında Cumhuriyet yazarlarının nasıl değerli, düzeyli, ilke ve inanç sahibi aydınlar olduğunu gösterme olayı değil mi?
İstifa sözcüğünün özellikle siyaset ve kamu görevi alanlarında tümüyle unutulduğu bir ülkede, bunca gazeteci, üstelik artık yazılı basının neredeyse can çekiştiği ve yeni bir iş, yeni bir köşe bulmanın hayal olduğu bir ortamda, yıllardır yazabildikleri ve karşılığında mütevazi de olsa bir ekmek parası kazandıkları bir işten böylesine ortak biçimde, hep birlikte ve bir protesto eylemi olarak ayrılırlarsa...
Bu o yazarlar kadar yıllardır onlara dayanmış, kimilerini ilk kez okura tanıtmış ve basın dünyamıza kazandırmış gazete için de bir onur kaynağı olmaz mı?
Ben de, bilenler bilir, eski Cumhuriyet’liyim. Bu gazeteye tam 27 yıl emek verdim: 1966’dan 1993’e dek....O tarihte, o dönemin bir bunalımı çerçevesinde ayrıldım. Ve zengin, dolu dolu bir basın macerası yaşadım. Ama eski gazetemi hep özleyerek...Onun havasını, disiplinini, ülkeme kazandırdıklarını ve okuruna verdiklerini hep izleyerek...
Ve değişmez biçimde Atatürk’çülüğün korunmasına ve gerçek demokrasinin kurulmasına katkılarını bir tür gururla takip ederek: bilinç altında “ne de olsa o benim eski gazetemdi” düşüncesiyle...
Ama Cumhuriyet hep böyle oldu. Sanki devasa bir şirket, bir büyük firma, bir dünya markası gibi hep üzerinde gözler oldu; hırslar, entrikalar, rekabetler ve tasfiyeler yaşandı. Şugünlerde anılarımı yazmaya oturdum: 80. yaşım için...O vesileyle okuduğum kitaplardan biri de Hasan Cemal’in Cumhuriyet’i Çok Sevmiştim’i....Gazetenin bir bölümünde genel yayın yönetmeni olduğu 80’lerden 90 başlarına dek olan macerası.
Okursanız şaşarsınız: Öylesine yoğun bir entrikalar düğümü, öylesine göz gözü görmez bir ihtiraslar çarpışması ki...Sanki Bizans!...
Elbette bunlar yine gazetenin öneminden, okur nezdinde saygınlığından, siyaset ve giderek rejim için vazgeçilmezliğinden kaynaklanıyordu. Bugün de aynen öyle. Ve belki hep öyle kalacak.
Hele basının artık hemen tümüyle iktidar yandaşlarının eline geçtiği, demokrasinin bunca çabadan sonra, artık kesin biçimde gelip yerleşen bir tek adam rejiminin altında iyice ezildiği, hukukun ve adaletin de çökme noktasına geldiği şu günlerde... Özgün ve özgün bir gündelik gazetenin hayatiyeti tartışılır mı?
İşte Cumhuriyet bunu yapıyor. Birkaç yol arkadaşıyla birlikte. Ve başta mali birçok sorunla boğuşurak... Sanki özel olarak yaratılmış, kendi yerel ve milli fabrikalarımızın sanki kasten kapatılmasıyla birlikte üçe-beşe katlanan kağıt fiyatlarıyla ayrıca boğuşarak....
Elbette ayrılanlar çok önemli. Ben kendi adıma hepsini arayacağım. Murat Sabuncu’nun has gazeteciliğini... Aydın Engin’in Aziz Nesin’vari hınzırlığını...Çiğdem Toker’in ekonomiye, Tayfun Atay, Güray Öz ve Hakan Kara’nın medya ve iletişim sorunlarına, Ahmet İnsel’in siyasetimize bakışlarını....Musa Kart’ın eşsiz karikatürlerini Ve tek tek hepsinin üslubunu, mizahını, analiz yeteneğini.
Ama yine de Cumhuriyet’i okumalıyız ve yaşatmalıyız. Yönetime yeni gelen kimi isimleri onaylamasak, hatta düpedüz karşı olsak bile...
Çünkü gazetemiz, bugün her zamankinden önemli bir işlev yüklenmiş olarak, orada duruyor. Bizlere kimsenin vermediği haberleri, üstü örtülmüş gelişmeleri, tüm zenginliklerine el konan bir ülkedeki soygunları duyuruyor. Ülke ve dünya gerçekleriyle güvenilir ve sağlıklı bir ilişki kurup bunu düzenli biçimde sürdürmemizi sağlıyor.
Ve biliyoruz ki 94 yılık gazetemizi kim yönetirse yönetsin, kim yazsın veya yazmasın, bu temel misyonlar aynen devam edecektir.
Umuyorum ki ayrılanların en azından bir bölümü, Orhan Bursalı’nın köşesinde temenni ettiği gibi geri dönecektir. Ve adları üzerinde spekülasyon yapılanlar –Orhan Erinç’ten Özgür Mumcu’ya- gazetede kalacaklardır.
Şunu da eklemek isterim: Durum biraz da CHP’nin durumu gibi. Nasıl o partiye saldırmak günün modası olduysa, aynı şey Cumhuriyet için de yapılıyor, yapılacaktır. Hem de çoğu zaman dost kisvesi altında...
Oysa bir tek adam rejimiyle onca emek verilmiş demokrasimizin tümüyle yok olma tehdidi altında olduğu şu günlerde, kusura bakılmasın ama bendeniz hem CHP, hem de Cumhuriyet’le olan ilişkilerimizin çok daha akılcı ve akıllı olmasından yanayım. Akılcı, rasyonel, el verici, destek sunucu, birleştirici ve güçlendirici. Bunun için zaman şimdi değilse, ne zaman?