12 Ağustos 2019

Nerde o eski bayramlar... En azından Hacı Bekir var...

Artık öyle bir yaşa geldik ki, bayramların eski tadı yok... Ne ziyaret edecek yaşlı dost kaldı; ne de gençler sizi ziyaret ediyor

Bir zamanlar, Bayram...Sanki Şenay’ın ünlü Hayat Bayram Olsa şarkısını hatırlar gibiyim. Sadece o bayramlar gerçek birer bayram değildi. Sanki tüm hayatın kendisi bir bayramdı. Nasıl özlemezsiniz!...

Çünkü o teknoloji-öncesi çağda, insanlar-arası temas ve ilişkiler bambaşkaydı. Öyle bir çağdan söz ediyorum ki, bırakınız bilgisayarı, iPad veya iPhone’ları ve elden düşmeyen tüm o küçük teknik mucizeleri...Daha televizyon bile yoktu (ancak 1974’de teşrif edecekti!).

Ve bizler, yani aileler bayramı en büyük fırsat bilir; tüm ailenin bir araya gelmesini sabırla bekler; keyifle yaşardık. İzmir Karşıyaka’da geçen çocukluğumda, sekiz yaşıma kadar tek çocuk olmanın tüm iyi-kötü yanlarını tatmış; hem ana-babam, hem de küçük ailemizin sayılı bireyleri olan iki teyze- ve iki eniştem tarafından hayli şımartılmıştım.


Annem, babam ve teyzemle

Sonra art arda iki kız kardeş geldi: Ayla (Sevand) ve Ayşe (Kapancı). Ve aile genişler gibi oldu. Ama üç ailenin tek çocukları yine bizlerdik: Teyzelerimin çocuğu olmamıştı. Ve hepsinin sevgisini biz üçümüz paylaştık. Bu yüzden İzmir’i terk edip İstanbul’a geldik: Hem Esat eniştelerimin, hem de İzmit’te yaşayan Nedim eniştelerimin yakınında olmak için....

Ve sonradan, o Karşıyaka günlerimi elbette özledim: Hele bayramlarda pişen özel yemekleri; çocukluk arkadaşlarımızla oyunlarımızı; cebimize giren harçlıkları; sahildeki Halkevi’nde buluşup bayramı kutlamalarımızı; ilk sanatsal etkinliklere tanık oluşumuzu...Ve de, dönem icabı, bayram öncesi fotoğrafçıya gidip çektirdiğimiz aile resimlerini. Ki aynı şeyler bir ölçüde İstanbul’da da sürecekti.


Tipik aile resmi - tüm aile ve kardeşlerim

Ama Kurban Bayramı’nı ve kurban olayını hiç sevemedim. Ve onun anılarını belleğime alamadım. O yüzden emin değilim, o zamanlar bizim aile bunu yapar mıydı diye... Ama sonraki yıllarda yapmadığımızı biliyorum. Çünkü galiba kadınlar, yani annem Rahime ile Huriye-Fethiye teyzelerimin hayvan sevgisi, bu oldukça maderşahi (anaerkil) ailede bu işi önlemişti.

Ama gerisi nasıl bir şölendi...Bir araya gelinir, gençler-küçükler büyükleri mutlaka ziyaret eder, el öper ve harçlık alırdı. Bayramlarda büyük kenti terk edip kıyılara, sayfiyelere, dış ülkelere kaçmak huyu da yoktu: Turizm-öncesi yıllardı bunlar... Birkaç kez en büyüklerimiz olan Huriye teyzemler için İzmit’e gittiğimizi hatırlarım. Ya da onların İstanbul’a geldiğini.

Ve bayramda İstanbul’u gezip görmek adeti de vardı. Bunun bana bu muhteşem kenti tanıyıp sevmek konusunda nasıl bir büyük fırsat getirdiğini ve İstanbul tutkumun temellerini attığını unutabilir miyim?

O İstanbul bayramlarının özel mekanları ve ritüelleri vardı. Tercihen Beyoğlu’nun efsanevi Hacı Bekir’inden alınacak lokum, badem ezmesi ve akide şekeri gelenlere ikram edilecek; aile fotoğrafları Tünel’deki Sabah fotoğrafçısında çekilecek; şans oyunları içinse Sirkeci’deki Nimet Abla’nın önünde piyango bileti için kuyruk yapılacaktı. Hacı Bekir ve Nimet Abla’nın hala var olduğunu görmek ne güzel!...

Sonra yavaş yavaş her şey değişti. Cumhuriyet’in en temel değerleri tartışmaya açıldı; toplum giderek en vahim biçimde bölündü; gelenekler giderek tozlanmaya başladı. Öte yandan, o önlenemez teknoloji devrimi, insancıl ilişkilerin arasına adeta bir set çekti.

Ve öyle bir hale geldik ki, bayramlar bir araya gelmenin değil, olabildiğince uzaklaşmanın bahanesi olmaya başladı.  Bırakınız ziyareti, en yakınlarınız size bir kutlama telefonu bile etmiyorlar (Umarım sevgili yeğenlerim bu yazıyı okuyordur!). 


Bizde, yıllar önce bir bayram yemeğinde (soldan) İpek ve İzzet Günay, Deniz ve Mehmet Adanalı, Adalet ve Halim Ağaoğlu

Ve bizler, bizim kuşaklar bayramı en çok yaşıtımız ya da büyüğümüz olan sevgili dostlarımızı ziyarete adadık. Yıllar boyu örneğin merhum Alim Şerif Onaran, Lütfi Akad, Halit Refik, Vedat Türkali, Refik Durbaş gibi dostlar ve eşleriyle karşılıklı ziyaretler yaptık. Hepsinin ruhu şadolsun...


Lütfi Akad ve eşi Şükran hanım...

Bir dönemde Lütfi Akad ve eşi Şükran hanıma her bayramda mutlaka giderdik. Çoğunda da Türkan hanımla birlikte...Son zamanlarda mutlaka ziyaret ettiğimiz ‘eski dostlar’ın başında ise çok ağır bir dönem geçiren sevgili Adalet Ağaoğlu geliyor.


Adalet Ağaoğlu ile birlikte...

Ve evet, artık öyle bir yaşa geldik ki, bayramların eski tadı yok... Ne ziyaret edecek yaşlı dost kaldı; ne de gençler sizi ziyaret ediyor. Tersine, olabildiğince uzağa kaçıyorlar...


Lütfi Akad ve Türkan Şoray

Ne yapalım, her koşula uymak ve hayatın getirdiklerini kabullenmekten başka çaremiz yok!.. Badem ezmesini hiç sevmedim; ama en azından Hacı Bekir’in fıstıklı ya da kaymaklı lokumu yerli yerinde!..

Sevgili okurlarım. Hepinize iyi bir kurban bayramı ve gidebilenlere güzel bir tatil diliyorum.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"