05 Nisan 2023

Türkiye bilindiğinden daha fazla Rus karşıtı adım atıyor

Türkiye'nin sahada attığı adımlar özellikle de Karadeniz bağlamında Moskova'yı çok da memnun edecek türden değil

MEGAN

X X X ½

(M3GAN)

Yönetmen: Gerard Johnstone
Senaryo: Akela Cooper, James Wan
Görüntü: Peter McCaffrey, Simon Raby
Müzik: Anthony Willis
Oyuncular: Allison Williams, Violet McGraw, Ronny Chieng, Amie Donald, Jenna Davis, Brian Jordan Alvarez, Jen Van Epps, Lory Dungey, Jack Cassidy

Universal filmi, 2022

 

İşte adına korku filmi denen ve kendi adıma oldukça sevdiğim türün en son ve bence en parlak yapımlarından biri. Hayli özgün, teknik açıdan kusursuz, birkaç yeniliği taze biçimde sunan ve saf bir ruh sahibiyseniz, belki uzun zaman rüyalarınıza girebilecek bir film. Onun için, dikkat lütfen!..

Film kötü bir havada arabayla yola çıkma gafletinde bulunan bir çift ve küçük kızlarıyla açılıyor. Kaçınılmaz kaza gelip çatıyor; ana-baba öbür aleme geçiyor. Ve küçük Cady daha 7 yaşında öksüz kalıyor. Onu yanına alıp bakmak da teyzesi Gemma'ya düşüyor.

Ancak Gemma'nın çok belalı bir mesleği vardır: bir büyük şirket için teknolojinin son aşamasıyla çok çarpıcı oyuncaklar imal etmek... Bunlara '3. Kuşak Androidleri' de diyebilirsiniz; Petz Teknolojisi ürünleri de... Böylece ABD'nin ünlü bilimsel araştırma merkezi Silicon Vadisi yeni bir dal yaratmıştır. Ama büyük patronlar, özellikle de Çin kökenli David memnun değildir; çünkü maliyetler çok artmıştır.

Ama Gemma işinde inatla ilerler. Şefinin ters yönde baskısı ve siniri burnunda komşusunun öfkesine karşın... Böylece ortaya gerçek bir tür 'ev canavarı' çıkar: 120 santim boyu, sarı saçları, iri gözleri, sanki gerçek bir insan gibi duyguları olan; hem sevimli, hem ürkünç bir yaratık... Asıl amacı Cady'yi korumak olan ve bunun için her şeyi göze alan... Hatta insan öldürmeyi bile... Ki bu onun Cady'yi okulundaki zalim oğlanlar kadar öğretmenlerin hırsına da karşı korumaya, giderek bir katile dönüştürecektir. 

Birkaç ünlü filmi olan James Wan'ın hayal gücünden çıkmış ve dediğim gibi hayli orijinal olmayı başarmış bir film... Perdede daha önce Chucky, Annabelle, The Boy gibi örnekleri olan bir yaratık: sanki Barbie'nin ürkünç bir çeşitlemesi. Korkutmayı bildiği kadar şarkı söylemeyi ve dans etmeyi de bilen... Hem de nasıl!.. Bir yabancı yazarın dediği gibi “Chucky ve Terminator'un bir karışımı!”...

Daha gösterime çıkmadan Tik Tok alanında büyük ün yapmış filmde, Gemma'da Allison Williams gaye iyi oynuyor. Ki geçen gün Jimmy Fallon'un programına çıkmıştı. Cady rolünde küçük Violet McGraw işini yapıyor. Megan'da ise Amie Donald'ın fiziğini, Jenna Davis'in sesini verdiği bu 'küçük canavar' kuşkusuz sinema tarihinde kendine özgü bir yer alacak. Mütevazı, ama etkili...


Not: Bu ayki Milliyet-Sanat'ta yazdığım klasik film Jules Dassin'in kara-film türündeki Du Rififi Chez les Hommes - İnsanlar ve Para. Türünde kesin bir klasik sayılıyor.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Batı'da güçlenen Türkiye karşıtlığından içeride beslenme derdinde olan AKP yönetimi ise asıl derdin İsveç'in tutumundan kaynaklandığı, vetonun Rusya'yla alakası olmadığını net mesajlarla vermekten kaçındı.

Tabii bir taraftan da Rusya'nın bunu kendisine dönük bir jest olarak görme ihtimali nedeniyle de mesajlarını muğlak bırakıyor olabilir.

Elbet Türkiye'nin ve onu takip eden Macaristan'ın onay sürecini geciktirmesi NATO'nun Rusya karşısındaki dayanışmasını zayıflatan bir görüntü yaratıyor. Ancak Kremlin'in bunu kendisine dönük bir jest olarak görme ihtimali zayıf. Zira, Türkiye'nin sahada attığı adımlar özellikle de Karadeniz bağlamında Moskova'yı çok da memnun edecek türden değil.

Ankara'dan Moskova'ya: "Rus filosuna bağlı gemiler Boğazlardan geçmesin"

Rusya kendi deyimiyle Ukrayna'ya "özel askeri operasyon" başlattıktan sonra, Ankara bu saldırganlığı "savaş" olarak niteledi. Bu nitelemeye uygun olarak da Montrö Sözleşmesi'nin 19. Maddesini uygulamaya koydu ve böylece savaşan tarafların savaş gemilerine Boğazları kapadı. Savaşan tarafların savaş gemilerine Boğazların kapalı kalmasının tek istisnası var. O istisna, savaş çıktığında Karadeniz dışında bulunan Rus Karadeniz Filosu'na bağlı savaş gemilerinin, ana üslerine dönmek üzere bir defalığına Boğazlardan geçişine imkan tanıyor.

Türkiye 19. maddeyi uygulamaya koyduktan sonra Moskova'ya, "Karadeniz dışında olan Karadeniz Filona bağlı gemilerini geri çağırma, Boğazlardan geçmesinler. Bu tırmandırma olarak görülür, yararlı olmaz" demiş.

Rusya da buna uymuş. Karadeniz filosuna bağlı olup da ana üssünde bulunmayan gemilerin sayısının 20 ile 30 arasında olduğu varsayılıyor. Moskova'nın bugüne kadar bu istisnadan hâlâ yararlanmıyor olması da dikkat çekici.

Tabii Türkiye aslında Montrö'yü genişçe yorumlayıp, Karadeniz'de kıyısı bulunmayan ve resmi olarak savaşan taraf olmadıkları için aslında Boğazlardan geçip Karadeniz'e çıkma hakkı olan ülkelere de gayri resmi olarak Boğazları kapattı. Gayri resmi diyorum; zira özel bir karar yok. Sadece tavsiye var. Özellikle Rusya'nın hasım olarak gördüğü NATO ülkelerine, "Siz de Karadeniz'e savaş gemisi çıkarmayın, tırmandırmaya yol açmasın" tavsiyesinde bulunuldu. Bu tavsiyeye de uyuluyor.

Özellikle Batılı müttefiklerin bununla ilgili tavırlarını sorduğum bir diplomattan şu yanıtı aldım, "hani iki taraf tam birbirine girmeye hazırlanırken, bir üçüncü çıkar, birini omuzlarından tutup, kavgayı önlemeye çalışır. O da engellendiğinden memnundur ama yalandan "Bırak beni, bırak beni" der. Biraz öyle bir durum var. Aslında memnunlar bu durumdan. Gerçekten de NATO ve AB'deki bazı ülkeler Rusya'nın bodoslama üstüne gitmek isterken, bazıları tırmandırmamaya özen gösteriyor.

Karadeniz'le ilgili Türkiye'nin elde ettiği veriler Kiev'e iletiliyor

Öte yandan Rusya'nın 2014'te Kırım'ı ilhak edip, üstüne geçen sene Donbas'a saldırması, Karadeniz havzasını NATO için önemli bir ağırlık merkezine dönüştürdü. Bu ağırlık merkezinde de Rusya'yı dengeleyen en güçlü ülke, elbette Romanya ya da Bulgaristan değil; tabii ki Türkiye.

Karadeniz'de her an Türk Deniz Kuvvetleri'ne ait bir deniz karakol uçağı, bir denizaltı ve bir fırkateyn ya da korvet görevde bulunuyor. Bu unsurlar da Karadeniz'e ilişkin Tanımlanmış Deniz Resmi'nin yüzde 67'sini NATO'ya gönderiyor. Yani deniz ortamında ne olup bittiğini, su üstü, su altı ve havadaki unsurlardan elde edilen bilgilerle NATO'ya aktarıyor. Daha da önemlisi, Türkiye bu bilgileri neredeyse 10 yıla yakındır Ukrayna'ya da gönderiyor.

Moskova'yı pek de memnun edecek tavırlar değil bunlar.

Türkiye NATO içinde kara koyun olarak gösterilirken, Karadeniz'le ilgili veri toplamanın boşta kalan yüzde 33'lük kısmın diğer NATO ülkelerince sağlanabileceğine dikkat çekiliyor. Romanya gibi bir ülkenin deniz kuvvetlerini Karadeniz'de tutmak yerine, özellikle Türkiye'nin büyük rahatsızlık duyduğu AB'nin İRİNİ operasyonuna bağlı olarak Akdeniz'de bulundurmayı tercih ettiğine işaret ediliyor.

İsveç üstünde baskı arttı

Gelelim Helsinki'nin NATO'ya resmen girmesiyle Türkiye'nin yükünün hafiflediği ikinci konuya. Ankara Finlandiya'ya yaktığı yeşil ışıkla İsveç'in üzerindeki baskıyı arttırmış oldu. "Demek ki, Finlandiya gibi demokratik bir ülke, özellikle Türk karşıtı gruplara yaklaşımı ile Ankara'yı karşısına almaktan kaçınabiliyor, ya da attığı adımlarla Türkiye'nin beklentilerini karşılayabiliyor," mesajını vermiş oldu.

Zira İsveç, Türkiye'nin özellikle terörle mücadele konusundaki beklentilerini karşılamakta zorlanmasına "demokratik standartları" gerekçe gösteriyor. Tabii her ülkenin kendine özgü şartları var; ama sonuçta Türkiye bu gerekçeye karşı, "Finlandiya İsveç'ten daha az demokratik değil herhalde," deme imkanına sahip oldu.

Şimdi İsveç'liler, bir yandan Türkiye ile müzakereleri yürütürken, bir yandan da gözlerini seçimlere çevirmiş durumdalar. Seçim sonuçlarına göre, her iki durumda da, Temmuz'daki NATO zirvesine kadar Ankara'da Meclis'ten onay çıkar mı diye merak içindeler.

Barçın Yinanç kimdir?

Barçın Yinanç, 1968 yılında doğdu, ODTÜ Uluslararası İlişkiler Bölümü'nü bitirdi. 1990'da stajyer olarak başladığı Milliyet Ankara Bürosu'nda 10 yılı aşkın bir süre diplomasi muhabirliği yaptı. Ardından televizyon haberciliğine geçerek önce TV8, sonra CNN Türk Ankara Bürosu'nda çalıştı.

Türkiye-ABD, Türkiye-AB ilişkilerinin yanı sıra Kafkaslar'dan Ortadoğu'ya, geniş bir coğrafyada Türk dış politikasıyla ilgili gelişmeleri takip etti. Çok sayıda yabancı hükümet yetkilisiyle söyleşiler yaptı, BM, NATO ve AB gibi uluslararası kuruluşların zirvelerini, perde arkası gelişmeleri yerinden haberleştirdi.

2004 yılında İstanbul'a yerleşti, CNN Türk ve Referans gazetesinin ardından İngilizce yayımlanan Hürriyet Daily News'da (HDN) çalışmaya başladı. Haber koordinatörü, yorum sayfası editörü olarak çeşitli görevler aldı; 2010'dan başlayarak on yıl boyunca gazetenin pazartesi söyleşilerini gerçekleştirdi. Bu süre boyunca dış politika analizlerini yazmaya devam etti.

Pek çok uluslararası düşünce kuruluşunun toplantılarına konuşmacı, kolaylaştırıcı olarak katılıyor, yabancı yayın organlarının yayınları için yorumlar yapıyor. AtlatmaHaber adlı podcast serisini hazırlayan Yinanç Diplomasi Muhabirleri Derneği, Uluslararası Kayak Kayan Gazeteciler Derneği (Ski Club of International Journalist) ve Dış Politikada Kadınlar platformunun üyesi.

Son yayını; Women, Peace and Security Agenda in Turkey and Women in Diplomacy: How to Integrate the WPS Agenda in Turkish Foreign Policy (Türkiye'de Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası-Diplomaside Kadın: Türk Dış Politikası'na Kadın, Barış ve Güvenlik Ajandası nasıl dahil edilir) başlığını taşıyor.

Aralık 2020'de itibaren T24'te yazan Barçın Yinanç, T24 ekranında da, her hafta Metin Kaan Kurtuluş'la birlikte "Dış Politika ile İçli Dışlı" adlı programı yapıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Fidan ve Kılıç Washington yolunda: Zamanlama tesadüf mü?

Ne muhalefetin ne toplumdaki AK Parti karşıtlarının “dış güçlerden” bir beklentisi var. Asıl beklentisi olan iktidar. Bu beklentilerinin karşılanması için vereceklerinin, yapacaklarının sınırı ne acaba? Bunu da sorgulamak gerekiyor

“Türkiye AB’den bir şey karşılığında, bir şey isteyecek”

Avrupa ile Türkiye arasında yeni bir yakınlaşma süreci var. Ancak AB Türkiye’ye baktığında Rusya’ya karşı büyük bir ordu ve savunma sanayii görüyor. Ne Ankara ne de Avrupa’nın, Türkiye’deki demokratik geri gidişin tersine dönmesi konusunda niyeti-isteği var.

Trump “Ich bin ein Kremliner” derse Ankara ayazda kalır mı?

ABD ile Avrupa arasındaki ayrım genişliyor. ABD, Rusya’yla ilişkileri düzeltmek isterken Avrupa’nın gözünde Rusya en büyük tehdit olmaya devam ediyor. Ankara, Rusya’yı nasıl konumlandıracak? Avrupa gibi, Rusya’yı hasım olarak mı görecek; yoksa ABD gibi “Ben Moskova’yla ilişkilerimi bağımsız yürütürüm” deme gücüne sahip mi?

"
"