DRACULA: BAŞLANGIÇ
(Dracula Untold)
Yönetmen: Gary Shore
Senaryo: Matt Sazama, Burk Sharpless
Görüntü: John Schwartzmann
Müzik: Ramin Djawadi
Oyuncular: Luke Evans, Sarah Gadon, Dominic Cooper, Charles Dance, Art Parkinson, Diarmaid Murtagh, Paul Kaye, Ferdinand Kingsley, William Houston/ Universal (UİP) filmi.
Dracula’nın yeni bir çeşitlemesi. Karpatlar’daki esrarengiz şatosunda kan emerek yaşayan, ölümsüzlüğe mahkum kont Dracula’nın öyküsü, Bram Stokar’ın yayınlandığı 1897’den beri klasik olan romanından başlayarak, fantastik edebiyatın ve de sinemanın ölümsüzleri arasına girmişti. Öncülleri ve benzerleri Frankenstein, Görünmeyen Adam, Kurt Adam gibi yapıtlar görece olarak unutulmuşken, bu temanın günümüzde de ‘genç vampirler’ genel başlığı altında süregelmesi, gerçek anlamda bir ölümsüzlük belirtisi değil mi?
Ama bu kez gerçekten farklı bir uyarlama var. Bu da hikayeyi karanlık şatolardan çıkarıp savaşlı, kılıçlı ve döğüşlü bir tarihsel filmin dış mekanlarına atmış.
Böylece, “İsa’nın doğumundan 1442 yıl sonra”, Balkanlar’da Osmanlıların egemenliği altındaki Romanya ülkesine uzanıyoruz. Osmanlı bir süre önce ülkeyi fethetmiş, yerli halktan on bin genci alıp yeniçeri yapmak üzere payitahta götürmüş ve çekip gitmiştir. Buna karşı ayaklanan, bizim deyişimizle Eflak prensi soylu Vlad Tepes, Türk ordusundan sayısı askeri öldürtüp kazığa geçirmiş ve böylece tarihimizin en meşum isimlerinden Kazıklı Voyvoda efsanesi yaratılmıştır.
Görülüyor ki film, Stokar’ın 1890’larda Transilvanya’da başlayıp Londra’ya sıçrayan hikayesinin yerine, birkaç yüzyıl geriye gidiyor ve özgün adındaki ‘Anlatılmamış Öykü’ ve Türkçe adındaki Başlangıç yakıştırmalarını hak ediyor!...
Bu, filmi ayrıca biz Türkler için gayet ilginç hale getiriyor. Çünkü özellikle ilk yarıda sürekli Türkler’den söz ediliyor, filmin kimi Türk kahramanları var ve bunlar çatır çatır Türkçe konuşuyorlar. (Ama oyuncular Türk değil!..Ancak tüm bu kahramanların ağzından duyulan Türkçe cümlelerin ve telaffuzun yerli-yerinde olması, yapımcıların bu işi gayet ciddiye aldığını ve olasılıkla o sahnelerde bizden kişileri konuşturduklarını kanıtlıyor).
Böylece Hamza Bey, General Ömer, Acemi’yi tanıyoruz. Daha sonra ise, ülkeye sefer yapan yeni padişah 2. Mehmet devreye giriyor: uzun süre (finale kadar) kalmak üzere...Üstelik hikayeye göre, gençliğinde şehzade Mehmet’le ‘devşirme’ olarak payitahta gönderilen genç Vlad, birlikte Enderun’da (Saray mektebi) eğitim almışlardır. Yıllar sonra iki düşman olarak buluşmak üzere...
Elbette bizim için bir şok, filmin ana kahramanının tarihimize göre bir canavar olan Kazıklı Voyvoda olması. Türkler ise kaçınılmaz olarak hikayenin kötü adamları!...Ama genel tavır, yine de Osmanlı’nın tüm gücüyle ve taktik üstünlüğüyle gösterilmesi. Gerisi ise fantastik bir filmin izin verdiği hayal alemi ülkesine ait. Yine de Vlad’ın tüm o kazığa oturtma olaylarının hem kendi ağzından, hem de gösterilerek verildiğine işaret edelim.
Böylece film, özellikle ilk yarıda bir savaş filmi gibi gelişiyor.Bu bölümler fantastik ögelerin, özellikle yüzlerce yarasanın kullanımıyla etkileyici. Son yarıda ise daha klasik ve ürkünç bir vampir öyküsü baskın çıkıyor.
Vlad’da Luke Evans, ulusal lider ve iyi aile babası kimliğinden vampir Dracula’ya dönüşme serüvenini iyi veriyor. Ustası yaşlı vampirde, uzun zamandır unutulmuş karakter oyuncusu Charles Dance hayli ürkünç bir canavar çiziyor. Karısında ise Sarah Gadon gerçekten güzel bir yeni oyuncu.
Bu arada Türk komutan Hamza Bey’in adını altyazılarda sürekli olarak Hazma Bey diye geçiren kimse, yuh olsun!..Hangi kazmaymış o...Elin oğlu kendi telafffuzu için zor olan Hamza’yı aynen korumuş, bizim Türk oğlu Türk vatandaşımız yapamamış!.
Sonuç olarak türünde değişik bir film, çoğu yepyeni yeteneklerin başarılı olduğu bir vampir öyküsü çeşitlemesi.
Hiç zahmet etmeyin...
PRENS
(The Prince)
Yönetmen: Jason A. Miller
Senaryo: Andre Fabrizio, Jeremy Passmore
Görüntü: Yaron Levy
Müzik: The Newton Brothers
Oyuncular: Jason Patrick, Bruce Willis, John Cusack, Jessica Lowndess, Gia Mantegna, 50 Cent, Don Harvey/ Amerikan filmi.
Bunca ünlü oyuncu... Başta bir dönemin yıldızı, artık aksiyonların ‘dönüş yapan kahramanı’ olarak arz-ı endam edip duran Bruce Willis...Yanında son yılların yükselen sempatik jönü Jason Patrick...Ve birzamanlar adı hep iyi filmlerle çağrışım yapan John Cusack...
Yanıbaşlarında gencecik ve güzel bir avuç kadın oyuncu. 50 Cent’in hep izlenmeye değer karakter oyunculuğu. Ve unutmadan, görevini hep yerine getiren enfes bir New Orleans dekoru.
Ama yetmiyor. İşin içine uzak-doğulu ve şüpheli yapımcıların da katıldığı, hikayesinden aksiyon sahnelerine hiçbir yenilik içermeyen, hiçbir sürpiz sunmayan bu film, dalgın bir gözle izlenebiliyor belki (ki o bile yorucu gözüküyor!). Ama hiçbir iz bırakmadan gidiyor. Sanki seyirciye gerçekten birşeyler vermek için değil, kara para filan aklamak için yapılmış gibi...