13 Ocak 2015

Kaplumbağa sevmeyen adamların ülkesi

Bu AKP iktidarı eninde-sonunda gidip yerine bir başkası geldiğinde, öylesine yağmalanmış bir Türkiye bulacağız ki... Şaşırıp kalacağız..

İnsan gerçekten okuyunca gözlerine, işitince kulaklarına inanamıyor. Bu ülkeyi seçimle teslim ettiğimiz insanlar nasıl yüklendikleri sorumlulukları hiç anlamıyor, görevlerini yapmıyor ve emanete ya bilerek, ya da gafletle ihanet ediyorlar!...

En son Muğla’nın Ortaca ilçesinde, dünyanın en güzel birkaç plajından biri olarak bilinen ve ünlü Caretta Caretta deniz kaplumbağalarının vatanı İztuzu sahilinde olup bitenlere bakınız...Bu efsane kıyı, belediyeyi aşarak hükümet tarafından özel bir kuruluşa peşkeş çekilmek isteniyor. Hayır, Ataköy sahili gibi gökdelenler yapacak değiller. İnsaflarını o kadar da yitirmemişler!...

Ama daha 1988 yılında otel yapılmak istenince kıyamet kopan ve dönemin başbakanı Turgut Özal’ın kararıyla bu engellenen sahil, şimdi de özel sektöre kiralanıyor. Öngörülen, bir ‘kaplumbağa hastanesi’nin yanısıra plaj tesisleri, çeşitli barakalar, bir restoran filan..Yani birilerine kazanç sağlayacak ‘ufak-tefek’ işler.

Oysa o kadar basit değil. Çünkü burası, o olağanüstü yaratıkların yuva seçip yavruladıkları çok sayılı yerlerden biri... Daha 1975’de burayı ilk kez keşfeden, sonra 1984’de gelip bir baraka kurarak yaşamaya başlayan, bugün tam 92 yaşındaki İngiliz kadını, vaktiyle Özal’ı da bu konuda ikna etmiş olan June Halmoff, bakınız verdiği röportajda nasıl anlatıyor:

 “Hiç anne olamadım, ama kendimi bir anne gibi hissediyorum. Buraya yıllardır gelen anneler, bize hem çocukları burada doğayı çok iyi anladığı, hem de kaplumbağaları görüp tanıdığı için teşekkür edip durdular. Burası o hayvanlar için eşsiz bir delta. Onlar üç şeyden korkar: insan, ışık ve ses. 1998’den bu yana kapalı olan bariyeri şimdi yıkmak istiyorlar. Eğer korumacılık olmasaydı, burası da Marmaris ve Kuşadası’na dönerdi. Caretta’lar bir kez giderse bir daha gelmez. Öyle bir içgüdüleri var ki... Onların yerine belki bir kaplumbağa heykeli diker ve anahtarlık satarlar. Ama turistler bunlar için gelmez. Gerçekten çocuklarım için korkuyorum” (Hürriyet, 11 Ocak).

Evet, 92 yaşında, hayatını bu olağanüstü doğayı korumaya adamış, bu konuda bir kitap yazmış ve bu çabasıyla 2011’de Kraliçe Elizabeth’den onur madalyası almış bir kadın...En son, barakasını da kurduğu Kaptan June Vakfı’na bağışlamış. Onu yeterince tanıyor muyuz? İktidar şakşakçılarına bol keseden dağıttığımız o devlet nişanlarından birini, kendisini doğamızı korumaya adayan bu yabancı kadına da vermeyi düşünmez miyiz?

O İngiliz kadını bunları yaparken, asli görevi zaten buraları korumak olan Çevre ve Şehircilik bakanı İdris Güllüce, İztuzu Kumsalını Kurtarma Platformu’nun öncülüğünde (evet, Allah’tan bunun için bir yerel örgütümüz de var!) başlatılan “plaj nöbeti” konusunda bakınız ne demiş: “Lüzumsuz bir reaksiyon. Burası 1990’dan beri hep kiralanıyor. Belediye başkanı ‘ben niye işletmiyorum’ diyerek toplumu ajite etti. Biz sahillerin sahipsiz kalmaması gerektiğini düşünüyoruz. Açık ihale yapıyoruz, kim daha yüksek parayı verirse alır işletir. Belediye çok para verirse, belediye alır. Vatandaş verirse vatandaş alır”. (Zaman, 9 Ocak)

Şu büyük özelleştirme sevdalısının zihniyetine bakar mısınız? Türkiye’nin ve dünyanın en özel bir doğa mucizesine yaklaşımı, en basit tüccar mantığı olan bir Çevre Bakanı!...Allah o çevreyi korusun!..

Aslında bu sözlerde birçok itiraf gizli. Yerel belediyenin yıllardır gerçek bir kar kaygısı duymadan, bir hizmet olarak işlettiği bir özel sahili, serbest rekabet koşulları içinde ihaleye açıyor. Ve de belediyenin iyi niyetine karşı “ver parayı, işlet” diyebiliyor. Kamu kurumu, kamu görevi, kamu hizmeti kavramlarını sanki hiç duymamış... Sanki o ‘vatandaş’ ihaleyi alınca, verdiği parayı çıkarmak için o bakir koyu kim bilir ne yapılarla donatmayacakmış gibi...

Elbette hayatı kim bilir nasıl bir ayakta kalma çabasıyla geçmiş bir siyasetçiden, o yaşlı İngiliz kadınının doğa ve hayvan sevgisini beklemiyoruz. O elbette kaplumbağaları ‘çocuğu gibi’ hissedemez, kendisini onların ‘babası’ olarak göremez!.. Ama mevkii ve görevi gereği (bir kez daha hatırlatalım: Çevre Bakanı) biraz daha anlayışlı, biraz daha korumacı olmalı değil miydi? Yoksa gitsin Sanayi Bakanı veya TOKİ başkanı olsun!...

Hep diyorum ya... Bu AKP iktidarı eninde-sonunda gidip yerine bir başkası  geldiğinde, öylesine yağmalanmış bir Türkiye bulacağız ki... Şaşırıp kalacağız..

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"