31 Ocak 2023

Kadın ticareti teması ve ustaların dönüşü

Özellikle onca özlediğimiz Juliette Binoche öylesine etkileyici duruyor ki... Sanki eski bir dostla yeniden buluşuyoruz

 

 

CENNET OTOYOLU 


    X  X  X

(Paradise Highway)


Yönetim ve senaryo: Anna Gutto
Görüntü: John Christian Rosenlund
Müzik: Anne Kulonen
Oyuncular: Juliette Binoche, Morgan Freeman, Frank Grillo,
Hala Finney, Cameron Monaghan, Christian Seidel, Desiree Wood

Amerikan filmi, 2022.

  

Bir ilk film. Bir kadın yönetmen. Yüreğe dokunan bir konu. Ve beyazperdenin iki muhteşem ve uzun zamandır özlenen oyuncusunun, Juliette Binoche ve Morgan Freeman’ın dönüş filmleri. Daha ne istenir?

Ama Digiturk’ün göstermeye başladığı film, bu özelliklerine karşın son dönemin seyirciyi ve yazarları en çok bölen filmlerinin başında geliyor. Bayılanlar da var: canına okuyanlar da....Ben iki arada bir derede kalmışım; ama yüreğim yine de sevenlere doğru kayıyor. Onun için, böylesine önemli bir haftanın yepyeni filmlerini beklerken, bu filmi de sinefillere duyurmak istedim. 

Norveç kökenli Anna Gutto tiyatro yapmış; 2010’lardan itibaren kısa filmler çekmiş. Yazarlık, yönetmenlik ve oyunculuk yaparak... Bu ilk uzun filmi. Hem yazıp hem de yönettiği. Ayni ölçüde de iddialı duran...

Film ABD’de dev bir kamyona şoförlük yapan ve  vilayetler arası mal getirip götüren Sally adlı kadının çevresinde dönüyor. Çok sevdiği ve vaktiyle çok desteğini gördüğü kardeşi Dennis’le ilişkisi önemli. Biri Kanada’da (Sally), öbürü Amerika’da yetişmiş olsa da... Ve ilk başta onu  Dennis’i yakında çıkacağı hapiste ziyaret ederken görüyoruz.

Sally kamyonunu Tennessee’den Mississipi’ye, oradan da Arkansas’a sürerken, vilayet sınırlarındaki görevlilerle çok samimi gözükür; hepsinin sevgi ve saygısına sahiptir. Ama yine kardeşinin ricasıyla yasadışı bir yükü geçirmeyi kabullenir. Bu 12 yaşlarındaki Leila’dır ve sonradan öğreniriz ki, bu Anglo-Sakson dünyasında hüküm süren genç kız/kadın kaçakçılığının kurbanlarından biridir. Daha filmin başında o küçücük kız kendisinin satıldığı anlaşılan dev gibi bir adamı tüfekle vurup öldürür. Tam bir şok!.. 

Ama Sally o kızı yanına alır; yasalara açıkça karşı durarak... Ve bunu giderek benimser. İlk başlarda Leila ile tam bir kavga-döğüş süreci yaşasalar da... Asi küçük kıza o upuzun yollarda görünmeden geçmenin ve risk almadan ayakta kalmanın gizlerini, güvenli olmanın sırlarını öğretir. Sonunda bir ana-kız veya iki kardeş gibi olurlar. Ama başta FBI yasa bir yandan, kadın ticaretinin amansız silahşorleri öte yandan onların peşindedir. Ve kaçıp kurtulmaları kolay olmayacaktır.

Film her dönemin ve her ülkenin bir ölçüde karıştığı bu ticareti fonda kullanırken, ön planda sanki bir modern western izleriz. Yer yer çok hoş bölümler içeren... Kendi adıma Sally’yi o devasa Peterbilt marka kamyonunu sürerken izlemek; Sally ve Leila’nin birlikte söyledikleri şarkıyı dinlemek bana çok keyif verdi. Finaldeki şu sözlerin özetlediği ana mesajı da önemli bulmamak olanaksız: “Bu film insan ticareti yapanlara engel olmak için elini taşın altına koyan cesur insanlara adanmıştır”… 

Ama film yine de beklendiği ve olması gerektiği kadar komple değil. Belki başta senaryonun yeterince özgün ve doyurucu olmaması; yer yer sarkmalar ve tekrarlar içermesi yüzünden... Sanki konuşmalar kadar anlatımda da boşluklar var. Belli ki Anna Gutto’nun en azından yazarlığı o denli olgunlaşmış değil…

Ama ne gam... Özellikle onca özlediğimiz Juliette Binoche öylesine etkileyici duruyor ki... Sanki eski bir dostla yeniden buluşuyoruz. Emekli FBI ajanı Gerick’te unutulmaz Morgan Freeman’ı bulmak da harika. Küçük Leila’da Hala Finley veya acemi polis, Yale lakap Sterling’de Cameron Monaghan gibi... Dolayısıyla, her şeye karşın tavsiye edilecek bir film.....

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"