15 Mayıs 2014

Japon canavarın gereksiz dönüşü

Godzilla sinemaya bir Japon armağanıdır. Ne yazık ki bir Naruse, Mizoguchi, Kurosawa, Takashi Miike değerinde olmayan bir armağan!...

GODZİLLA

Yönetmen: Gareth Edwards

Senaryo: Max Borenstein

Görüntü: Seamus MacGarvey

Müzik: Alexandre Desplat

Oyuncular: Aaron Taylor-Johnson, Elizabeth Olsen, Bryan Cranston, David Strathairn, Sally Hawkins, Juliette Binoche, Ken Watanabe/ Warner Bros filmi

Godzilla sinemaya bir Japon armağanıdır. Ne yazık ki bir Naruse, Mizoguchi, Kurosawa, Takashi Miike değerinde olmayan bir armağan!... Özetle, atom bombası denemeleri sonucu denizin derinliklerinde uyuyakalmış tarih-öncesi bir canavarın uyanması ve tüm insanlığı tehdit etmesi...1955’de çekilip özelikle ülkesinde büyük ilgi gören ilk Godzilla öyküsü, ardından gelen Godzilla Yaratığa Karşı, King Kong ve Godzilla, Godzilla Deniz Canavarına Karşı vb. filmlerle tam bir seriye dönüşmüştü. Ardından da yine tipik Japon kökenli canavarlar gelmişti: Rodan, Manda, Mothra gibi.

Aslında tüm bunların Japonya’dan çıkması doğal. Japonya o bir dönemdeki göz kamaştıran kalkınması için doğasını en çok feda eden, başta Tokyo inanılmaz kalabalık kentler yaratan, üstelik doğal etkenler sonucu en büyük felaketlere maruz kalan bir ülke değil miydi? O kıyıları yok eden tsunamiler, o bitmeyen depremler, o atomik santral faciası, sanki bu ilginç ülkede doğayla insanoğlunun elele vererek en büyük felaketleri yaratmasının görkemli dışavurumlarıydı. Godzilla ve benzerlerine şaşılır mı?

Bu tipik Japon kahraman, hep arayış içindeki Hollywood’da da yeniden işlenmeliydi elbette...Görev Roland Emmerich’e düştü. Bu felaket sineması ustasının 1998’de, derin uykusundan kalkıp canlandığı zaman dehşet saçan canavar öyküsüne getirdiği yorum, ne yazık ki hem onun, hem de genelde bu türün en kötü filmlerinden biri olmaktan kurtulamadı. Ben gayet olumsuz eleştirimde şöyle demiştim: “Emmerich herşeyi en büyük boyutlarda ve en fazlasıyla yapmayı sevdiği için, özel efektlere olan hakimiyetine karşın filmini çokluk ürkünç değil, gülünç kılıyor. Hele finalde sayıları 200’e ulaşan ‘yavru Godzilla’lar işi tam bir komediye dönüştürüyor!”.

Hollywood ve de özel efekt uzmanlığından gelen yönetmen adayı Gareth Edwards, bu fiyaskodan ders almamışlar anlaşılan...Çünkü 15 yıl sonra gelen bu yeni uyarlama, Emmerich’in tavrını yinelerken hatalarını da sırtlanıyor. Bu kez 1999’da Filipinler’de açılan hikaye, Japonya’da bir büyük santralde birlikte çalışan Amerikalı bir karı-kocanın beklenmedik bir patlamayla başlayan felakette ayrılmaları ve kadının da ölümünü getiriyor. Umutsuz koca yıllar sonra yine ayni yere dönerek, yanıbaşindeki yetişkin oğluyla birlikte o facianın gizini çözmeye çalışıyor. Ve iş yine 1950’lerdeki atom araştırmaları sırasında uyanan bir canavarın öyküsüne dönüşüyor.

Bu kez Godzilla, son derece geometrik hatlar taşıyan stilize bir makina gibi. Yanıbaşında, bir başka canavar türü var. MUTO adını taşıyan ve daha çok dev bir hayvana benzeyen iki canavar: biri erkek, öbürü dişi olduğu için, bir ilişki de yaşıyorlar!... Karşılarındaysa insanlığı kurtarmaya çalışan ve Japon-ABD işbirliğiyle oluşmuş bir uzman ve asker ordusu...

Film özel efektleri gerçek anlamda üstüste yığıyor ve artık aşılması zor bir teknolojiye yaslanıyor. Ancak tüm bunlar başlarda belli bir hayranlık uyandırsa da, kısa zamanda yorucu bir hal alıyor. Çünkü ortada gerçek anlamda karakterler yok, olay örgüsü çocuksu ve canavarların bitmeyen kavgası bıktırıcı.

Jenerikte adı başlarda gözüken Juliette Binoche öylesine çabuk çekip gidiyor ki, şaşarsınız!...Deneyimliler kadrosundan beyaz saçlarıyla David Strathairn ve herzamanki şaşkın sempatikliğiyle Sally Hawkins görevlerini yapıyorlar. En büyük kozsa, başrolde oynayan 24 yaşındaki İngiliz oyuncusu Aaron Taylor-Johnson. Onun yakışıklı ve çocuksu yüzü, projenin önlenemez  naifliğiyle tam bir uyum sağlıyor ve filme (özellikle genç kızlar için!) belli bir cazibe katıyor.  

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"