Mavi Ring
Yönetmen: Ömer Levendoğlu
Senaryo: Bayram Balcı, Ö. Levendoğlu
Görüntü: Lefteris Agapoulakis
Müzik: Serhat Bostancı, Orçun Yıldırım
Oyuncular: Ezgi Çelik, Kemal Ulusoy, Sezgin Cengiz, Nazmi Kırık, Mirza Metin, Şerif Şahiner, Volkan Yıldız, Mehmet Aşkın, Bilal Bulut/ Fer Film yapımı.
Bir kapalı mekan filmi. Ama gerçekten kapalı!.. O günlerde kapanan Eskişehir cezaevinde açlık grevi yapan bir grup Kürt militanın, hücrelere ayrılmış bir ağır vasıta ile Aydın’a nakledilmesinin öyküsü.
Bu gerçekten olmuş olay, herhalde içerden, belki olayı yaşamış birisinin (Bayram Balcı?) bilgisi ve deneyimiyle önce kağıda, sonra perdeye aktarılıyor.
Karşımıza gelen, dünyada, diyelim ki ABD’den (Guantanamo kampını hatırlayın!) Arjantin’e, Nazi toplama kamplarından Sovyet dönemi hapishanelerine, general Franco’dan general Pinochet’ye ve general Evren’e tüm baskı rejimlerinin ve dönemlerinin en ünlü filmlerine yaklaşan bir film. Tüm o filmlerde olduğu gibi, dönemin kendine özgü koşulları aşılıyor. Ve film sonuç olarak insanlık durumu üzerine bir büyük drama dönüşüyor.
Nasıl dönüşmesin ki...Tutuklulardan temel ihtiyaç olan su bile esirgeniyor. Su diye haykıranlara bir şişe, bir bardak bile uzatılmıyor. Hücrelerin içindeki hava delikleri kapatılmış, havalandırma da çalıştırılmıyor. Özgürlükleri kadar yaşama hakları da ellerinden alınmış bu yaşlı- genç insanlar, üçer- beşer kişilik gruplar halinde birbirlerinin yanında işemeye, birlikte haykırmaya, yan hücrelerden gelen çığlıkları dinlemeye ve topluca can çekişmeye mahkum ediliyorlar. Geceyarısı evinden alınıp getirilmiş genç bir kadın doktorun yardımına da fırsat verilmiyor. Onun ricaları da dinlenmiyor.
Niçin, niye? Bu kadar zalimlik nereden kaynaklanıyor? Onu da görüyor, seziyoruz. Askerler sadece aldıkları emirleri uyguluyorlar. O emirler tepeden gelmiş, o komutlar gerçek durumu bilmeyen bürokrat ve sahte milliyetçi bir zihniyetin ürünleri. Yoksa gerçek milliyetçiliğin, gerçek vatanseverliğin böylesine insanlık dışılığa kaymakla bir ilişkisi olabilir mi? Tüm sevgilerin başı insan sevgisi, tüm bağlılıkların anası insana ve onun yaşama hakkına bağlılık değil midir?
Böylece film, askerliğin temel kuralı olduğu söylenen tüm emirlere tartışmasız itaatle, daha bilinçli olan birkaçının emirleri önce zihinlerinde ve vicdanlarında, sonra açıkça tartışmaya başlamaları ve bunların çatışmasıyla gelişiyor.
Ortaya çıkan konuşkan, geveze, yürek kaldıran bir kapalı mekan dramıdır. İyi yazılmış, iyi oynanmış ve çekilmiş.
Ama seyri zor bir film bu. Zor, ama bence gerekli. Çünkü kendi ülkemizde ve nisbeten yakın bir zamanda yaşanmış ve belki hala yaşanmakta olan bu büyük insanlık dramlarını bilmek, hangi gerekçelerle olursa olsun işlenmiş bu insanlık suçlarından sinema aracılığıyla haberdar olmak, çağdaş olmanın en gerekli koşullarından biri değil mi? Filmin Türk siyasal sinemasının dönüm noktalarından biri olacağı da sanırım söylenebilir.
Türk kadınları, Rus kadınları...
SOĞUK
Yönetim ve senaryo: Uğur Yücel
Oyuncular: Cenk Medet Alibeyoğlu, Ahmet Rıfat Şungar, Valeria Skorokhodova, Yulia Vanyukova, Yulia Erenler, Ezgi Mola, Şebnem Bozoklu, Rıza Sönmez/ TMC Film yapımı.
Uğur Yücel’in üçüncü filmi, dördüncü ve sonuncusu olan Benim Dünyam’dan sonra gösterime çıkıyor. Belki onun kadar popüler olmayacak, ama bence daha başarılı bir film.
Film görünürde Ali Özgentürk’ün Karadeniz’de geçen Balalayka adlı güzel filmini hatırlatıyor. Yine de hayli farklı yerlerde duruyorlar.
Dekor, Türkiye’nin sınır şehri Kars....Bu kent Rusya’dan gelen göçmenlerle doludur. O karlar altındaki beyaz kentte, belli Kafkas- Balkanlar kültürü kadar yöredeki kadın-erkek ilişkilerinin acımasızlığı da hayatı etkilemektedir.. Rusya’dan gelmiş kadınların arasında üç kızkardeş de bulunmaktadır. Akıl sağlığında sorunlar bulunan bir demiryol işçisi, hamile karısına rağmen tüm ilgisini patronun zoruyla tanıştığı ve fahişelik yapan Rus kadını İrina’ya yöneltmiştir. İrina, o kızkardeşlerin en küçüğü ve en güzelidir. Ve kentte iki ablasıyla birlikte yaşayıp çalışmaktadır.
Demiryol emekçisinin kiralik katil olan delifişek kardeşi ise yeni evlenmiştir, ama güzel karısıyla iktidarsızlık sorunu yaşamakta, çareyi tümüyle erkeksi gece eğlencelerinde ve Rus kadınlarında aramaktadır. Onun da yolu İrina ile kesişecek ve trajedi kaçınılmaz olacaktır. İrina’nın ülkesine dönme zamanı gelir, ama sürprizler birbirini kovalar. Bu haşin erkekler dünyasında kadınların yok sayılması, ezilmesi ve kıyılması adeta bir kaderdir.
Peki ama hangisi daha bahtsızdır? Erkeğinin eli eline değemeyen ve sevgi yerine hakaret ve şiddet gören yeni gelin mi? Bebeğini tek başına doğurmak zorunda kalan terkedilmiş anne mi? Yoksa bilip tanımadıkları yakın, ama ayni ölçüde uzak bir kültürde asıl kurban olmaya doğru giden o gamsız ve sempatik Rus kadınları mı?
Film konusundan da anlaşıldığı gibi, ülkemizdeki kadın ve kadına şiddet teması üzerinde görkemli bir parabol sayılabilir. Ve bunu yaparken, bizim kadınlarımızın yanısıra yabancı kadınlar işin içine giriyor. Elbette kadına bakış temel sorundur ve bunun yerlisi- yabancısı pek fark etmiyor. Hatta böylesi bir öykü daha etkileyici, çünkü kadın-erkek ikileminin yanısıra kültürel bir zıtlaşma da sözkonusu. Ve müslüman-Türk bir toplumla ortodoks- Slav bir toplumun arasında zaten haliyle var olan çelişki, kadına bakışın eklenmesiyle daha da dramatikleşiyor.
Belki filmin biraz temposuz olması bir kusur. Ama bu, çarpıcı bir kültür çatışması ve kadına karşı şiddet eleştirisi filmi. Oyuncuları da gayet iyi. Hiç tanımadığımız Cenk Medet Alibeyoğlu (dizilerden mi geliyor?) ve gayet iyi tanıdığımız Ahmet Rıfat Şungar, filmin erkek cephesini güvenceye alıyorlar. Güzel ve yetenekli Rus kadınlarında Valeria Skorokhodova, Yulia Vanyukova, Yulia Erenler görevlerini yerine getirirken, bizim kadınlarda ise çile çekmek Ezgi Mola’yla Şebnem Bozoklu’ya düşüyor, Yılın düzeyli yerli filmlerinden...