UMUDUN PEŞİNDE
(Philomena)
Yönetmen: Stephen Frears
Senaryo: Steve Coogan, Jeff Pope
Görüntü: Robbie Ryan
Müzik: Alexander Desplat
Oyuncular: Judi Dench, Steve Coogan, Mare Winningham, Sophie Kennedy Clark, Barbara Jefford, Ruth McCabe, Steve Hermann, AmyMcAlister/ İngiliz filmi.
Umudun Peşinde, gerçek olaylara dayanan bir kitaptan uyarlanmış bir film. Bu gerçeklik duygusunu baştan sona koruduğu ve insanın içini acıtan bir yapıta dönüştüğü ise yadsınamaz.
Film, yarım yüzyıl öncesinde yaşanmış bir olaya dönüş yapıyor. Emekli hemşire Philomena, elli yıl önce bir ‘gençlik günahı’ yaşamış ve filmde şöyle bir gösterilen alımlı bir genç adamdan hamile kalmıştır. Düşük sınıflardan ve yirmisine gelmemiş bir kız için ne ayıp!...Dönemin İrlanda’sında bunun temel çözümü ya çocuğu hemen aldırmak, ya da evlatlık vermektir.
Philomena da öyle yapar. Gebelikten sonra sığındığı manastırda, haşin rahibelerin gönülsüz yardımıyla doğurduğu çocuğu Anthony’nin üç yaşlarına geldiğinde, zengin bir çift tarafından alınıp götürülmesine tanık olur. Derin bir acıyla, anlatılamaz bir ıstırapla... Ama kafasına yerleştirilen günah duygusu içinde, yapabileceği bir şey yoktur.
Aradan yarım yüzyıl geçmiştir. BBC’nin Rusya uzmanı ve hükümete yakın Martin Sixsmith adlı gazeteci, bir komplo sonucu işini yitirmiş, kitaplarına dönmek zorunda kalmıştır. Tanıştığı bir genç kadın ondan yardım ister: annesi, yarım yüzyıl önce elinden alınan oğlunu aramaktadır. Acaba ona yardımcı olabilir mi?
Kendi fildişi kulesinde yaşaya gelmiş, halkı ve toplumu iyi bilmeyen Martin mağrur biçimde reddeder: bu gibi hikayeler “zayıf, kırılgan ve cahil kesim” için ilginçtir. Kendisi için değil...Ancak olayların gelişmesi ve bunun bir kitap olabilmesi ihtimaliyle, Martin eyleme geçer. Araştırmaları, o dönemde bebeklerin Amerikalı zenginler tarafından “yüz sterline” satın alınıp ABD’ye götürüldüğünü ortaya oyar. Artık ikisine de gerçeğin peşinde Amerika yolu gözükmüştür.
Bu dokunaklı öykü birçok açıdan ilginç. Öncelikle, temelde son derece duygusal bir öyküyü İngiliz usulü bir soğukkanlılıkla, gözyaşlarına boğmadan anlatmayı biliyor. Sonra, sadece elli yıl önce ‘uygar’ İngiltere’de, hem de arkasına saygın Katolik Kilisesi’ni alan nasıl büyük günahların ve insanlık karşıtı suçların işlenebildiğini gösteriyor.
Üstelik bu büyük suça bir başka dünyanın, ABD’nin elitleri de ortak oluyorlar. Eski manastırda duvarlarda asılı rahip ve rahibe portrelerinin arasında, bir dönemin ünlü yıldızı (ve anlaşılan sinema cahili Martin’in Jayne Mansfield sandığı!) ‘esmer bomba’ Jane Russell’ın da resmi var!... Niye? Çünkü o da vaktiyle gelip buradan bir çocuk satın almış!..
Ama belki en acı ve de güçlü olanı, o dinsel mantığın yaşlı rahibenin ağzından somut biçimde sunulması...Onun için seks ve cinsellik öylesine büyük bir günah ki, bu suçu işlemiş olanlara karşı en küçük bir acıma bile duymuyor!... Madem ki o kendisini İsa’ya adayıp tüm hayatını o seks denen pisliğe bulaşmadan, erdem içinde geçirmiştir... Bunu yapamayanlara niye acısın ki? Bunu açıkça söylüyor, hatta haykırıyor. Ve yüzyıllar boyu dinlerin, Engizisyon’dan insan yakmaya uzanan o büyük günahlarının, Tanrı adına işlenmiş insanlık suçlarının canlı bir örneğini sunuyor. Elbette işi o cepheden alıp bu cepheye, El Kaide veya Afrika soykırımlarına dek getirebilirsiniz!..
Judi Dench kendisine bir Oscar adaylığı (bir tane daha!) getiren bu rolde elbette harika. Yazar-yönetmen Steve Coogan da çok başarılı. Tüm yan rollerin İngiliz oyunculuk geleneğinden gelen düzeyi ise havalarda uçuyor. Birinci sınıf bir sinema olayı.