13 Mayıs 2016

Hitchcock/Truffaut: İki sinema dehasının unutulmaz başbaşalığı

Howl: Doğadaki dehşet trene sıçrayınca...

HİTCHCOCK/ TRUFFAUT      X  X  X  X

Yönetmen: Kent Jones
Senaryo: K. Jones, Serge Toubiana
Müzik: Jeremiah Bonfield
Belgeselde gözükenler: Wes Anderson, Olivier Assayas, Peter Bogdanovich, Arnaud Desplechin, David Fincher, James Gray, Kiyoshi Kurosawa, Richard Linklater, Paul Schrader, Martin Scorsese
Fransız- Amerikan filmi.

 

 

     Haftalık internet sinema dergisi Arka Pencere (arkapencere.com), birçok dost eleştirmenin yazdığı önemli bir sinema sitesi. Adı gibi tüm bölümlerini de Hitchcock ustanın filmlerinden alan dergi, 7. yılına ayak basışını Tepebaşı’ndaki Soho Center’de çok özel biçimde kutlamıştı bu filmi göstererek…

     François Truffaut’nun eleştirmenlik yıllarında hayranı olduğu ustayla çok sonra, kendisi de film çekmeye başlayıp hayli üne kavuştuğu yıllarda (tam olarak 1966’da) yaptığı çok uzun söyleşi, vaktiyle bizde de Afa yayınlarından çıkmış ve elimizden bırakamadığı bir kaynak-kitaba dönüşmüştü.

    O kutlama gecesinde izledim bu filmi… Yani Amerikan sinema adamı ve belgeselci yazar-yönetmen Kent Jones’un çektiği Hitchcock/Truffaut belgeselini… O unutulmaz buluşma, zamanında filme alınmış değildi. Ortada bir ses bandı, bir kitap ve bir avuç resim vardı. Bukadarı da film için yeterli değildi.

   Bunun için, varolan malzemeye günümüzden özenle seçilmiş bir avuç yönetmen eklendi. Yani, alfabetik sırayla gidersek, Wes Anderson, Olivier Assayas, Peter Bogdanovich, Arnaud Desplechin, David Fincher, James Gray, Kiyoshi Kurosawa, Richard Linklater, Paul Schrader, Martin Scorsese... Hepsi de sinema sanatına son yıllarda biçim vermiş, hem sinema tarihine düşkünlükleri ve bu konudaki bilgileri, hem de Yedinci Sanat’ı yeni ufuklara doğru kanatlandırmış araştırmacı yanlarıyla biliniyor değil miydi?

    Ayrıca, çeşitli zamanlarda yapılmış çekimler yüzünden, görüntü yönetmeni hanesinde yarım düzine kadar ad yazıyor. Hepsini birden veremedim doğrusu!.. İşte yeni kurulan Fabula Film’in katkısıyla getirilip o gece ve sonradan da İstanbul festivalinde seyirciye sunulan bu film, şimdi sinemalarda… Has sinemaseverler için ne güzel fırsat!..

   Sinemaseverler benim vaktiyle (Cannes 72’de) büyük ustayla buluşup başbaşa bir söyleşi yaptığımı bilirler. Zaten arkapencere kutlamasında da beni davet edip gecenin açılışını yapma onurunu vermeleri bu yüzdendi.

   Bu nedenle, bu filmi birçok birçok açıdan özel bir zevkle izledim, yeniden izleyecek ve DVD’sini alacağım. Çünkü benim o akşamki konuşmada andığım ve kişisel söyleşimde de gündeme getirdiğim kimi şeyler, filmde de karşımıza geliyor. Örneğin ustanın oyuncular için ‘cattle' (sığır) demesinden Topaz filmindeki ‘etek sahnesi’ne dek!.. (Ki bunları filmi görünce anlayacaksınız)

    Truffaut’nun Hitchcock hayranlığı kişisel bir tavır değildi. O, ustanın koşulsuz hayranları olan tüm bir Fransız (ve de evrensel) sinema yazarları kuşağını temsil ediyordu. İçinde yer aldığı Nouuvelle Vague- Yeni Dalga akımını yaratmış olan o büyük Fransızlar. Yani Godard, Chabrol, Rivette, Malle ve diğerleri.

   Ki bu Fransız (ya da Avrupa) yaklaşımı, başta Hitchcock, ama yanıbaşında John Ford, Howard Hawks veya Nicholas Ray olmak üzere kendi ülkelerinde (belki Ford’un dışında) değerleri o kadar da bilinmemiş tüm bir Amerikan yönetmenleri kuşağını dünya sinemaseverlerine açacak ve büyük ustalıklarını tescil edecekti.

   Bu film işte tüm bunları temsil ediyor, somutlaştırıyor  ve anlatıyor. Ve bize sinema hakkında çok şey öğretiyor. Kaçırma lüksünüz olabilir mi? 
 

Doğadaki dehşet trene sıçrayınca...

 

 

DEHŞET TRENİ     X  X  X
(Howl)

Yönetmen: Paul Hyett
Senaryo: Mark Huckerby, Nick Ostler
Görüntü: Adam Biddle
Müzik: Paul E. Francis
Oyuncular: Ed Speelers, Holly Weston, Shauna MacDonald, Eliott Cowan, Amit Shah, Sam Gittins, Rosie Day, Calvin Dean, Brett Goldstein
İngiliz filmi

 

 

    Korku sinemasının birkaç alt türünü birleştiren, aslında hiçbirinde devrim yapmasa da sonuç olarak hayli oyalayıcı ve ürkünç bir yapım olarak karşımıza gelen bir film.

  Hiç tanınmamış bir ekipten çıkagelen bu İngiliz filmi, banliyöye doğru yola çıkan bir gece treninde geçiyor. Bunalımlı bir dönem geçiren bir kondüktör ve daha fazla kazanmak için vardiya üstüne vardiya alan bir kadın tren satıcısı, tren personeli olarak ilk ve tek tanıdıklarımız. Kısa zamanda etrafta peyda olan yaratıklarca işi görülen makinistiyse pek tanıyamıyoruz!..

   Ama yolcular yeterince ilginç ve makul biçimde değişik tipler. Hayli yaşlı ve birbirlerine bağlı bir çift, yolu nasılsa ‘halkın içine’ düşmüş zengin bir işadamı, sürekli telefonda konuşan bir taşra dilberi… Orta yaşın üzerinde ve hep kızını anan bir anne, sürekli tıkınan şişman bir adam, gözünü elindeki kitaptan ayırmayan Hintli öğrenci, bıçkın görünüşlü, ama makinaden anlayan (bu çok önemli!) fedakar bir halk çocuğu. Ve daha birkaç kişi.

   Film belki açık kusurlar içeriyor. Örneğin kurt-adam oldukları anlaşılan yaratıkların ne görünümleri yeterince doyurucu, ne de ormanda nasıl birden ortaya çıktıkları hakkında bir bilgi var!..

   Ama bu bir tür filmi. Ve kurt-adam filmleriyle ‘içinden tren geçen filmler’i belli bir ustalıkla birleştiriyor. Kimi tipler karaktere dönüşür gibi oluyor. Ve adına İnsanlık Durumu dediğimiz şey üzerine dersler veren ilginç ve dokunaklı bölümler de var.

    Bu tür filmlerin, malum, belirli meraklıları vardır. Ve onlar çok talepkar olmazlar. Yeter ki aldatıldıklarını ve sömürüldüklerini düşünmesinler.

   Bu film için böyle bir tehlike yok. Çünkü yer yer yeterince ürkünç, hatta vahşi olabiliyor. Ve korku-severlere doyurucu bir 90 dakika sunabiliyor. Üstelik genel oyuncu düzeyi de, İngilizlere yakışır biçimde hayli yükseklerde. Daha ne istenir?

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"