22 Kasım 2022

Hıncal da gitti... Allah rahmet eylesin...

Her şeye karşın gerçek iki dosttuk...

Evet, Hıncal Uluç'u yitirdik. Gazeteciliğin ülkemizdeki en büyük, en popüler adlarından biri uzun zamandır çektiği ağır hastalığa sonunda teslim oldu. Ve 1939 doğumlu olduğuna göre (benimle aynı yaşta) çekip gitti. Allah rahmet eylesin...

Haberi bugün sadece Sözcü verdi. Yani benim aldığım üç gazeteden biri... Bilmiyorum, yıllanmış gazetesi Sabah da verdi mi? Umarım vermiştir. Ben yeni yazmakta olduğum son kitabımda (Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar'ın ikinci cildi (ki belki başka bir adla çıkacak) ona öylesine yer vermiştim ki...

Çünkü, her şeye karşın gerçek iki dosttuk. Aslında o bir spor insanıydı; ama yaşamın içindeki hemen tüm alanlara karşı tuhaf ve içten bir ilgisi vardı. Siyasal Bilgiler Fakültesini bitirmesine karşın siyasete çok bulaşmazdı. Yenigün, Cumhuriyet gazetelerinde spor yazarlığı yapmış, 1990'da Sabah'a geçmişti. Ve çok yönlü ilgi alanları nedeniyle gazeteden gözde deyimiyle 'otopark gibi' yer kapmış, o neredeyse tam sayfa yazan yazarların öncüsü olmuştu. Ben de 90'ların sonunda Sabah'a geçecek ve aynı gazetede yazmanın keyfini tadacaktım.

Şimdi önemli bölümünü yazdığım o son kitabımdan, onunla ilişkili birkaç yazıyı size sunmak istiyorum. Belki onu gerçekten anmamıza minik de olsa bir katkısı olur diyerek...

İşte önce Emre Aköz'le giriştiğim bir polemikteki yazısı:

Emre Aköz'e cevap

Atilla Dorsay "sinemaya kırk yılda bir gidenler sinema yazmasın" demiş Emre Aköz için... Der a... Fikridir. Ve sadece iki satıra Emre iki sütun yanıt verdi. Bu iki satıra... Verir a... Alıngan ve saldırgandır...

Şimdi diyeceksiniz ki... Saldırgan nerden çıktı?

Şimdi Emre kardeşim, Atilla'ya iki sütun yanıt verecek kadar alıngan Emre kardeşim; bakın bu olayın hiç içinde olmayan bana nasıl saldırıyor...

"Atilla Dorsay'ın göklere çıkardığı sinema dostu köşe yazarı" kim? Bu ben...

"Üzerinde kalem oynattığı filmin adını yazmayı unutan"... Bu ben...

"Çağdaş peri masalı gibi klişeler kullanan"... Bu da ben...

"Hele salon sahibi kankasına kıyak çekmek derdinde olan"... Bu da ben...

Emre böyle bir saldırıya Atilla'ya cevap hesabı ile dört gün tefrika yazardı. Ben güldüm geçtim. Her zaman yaptığım gibi...

Ben ya gülerim. Ya acırım. Yanıt vermem önemli olaydır.

Yani... Emre'yi hâlâ ciddiye almakta direniyorum yine de...

Sabah 2004

Temelde beni savunan bu yazıya rağmen, kısa süre sonra ben tartışılan bir filmden yola çıkan ve aynı temalarda gezinen yazımda bu kez Hıncal'a karşı çıktım. 

Köstebek tartışması ve Hıncal

Kardeşim Hıncal. Vay Ki Vay başlıklı yazın bana cevap hakkı veriyor. İşte ben de yanıtımı sıcağı sıcağına veriyorum.

Sinemayı sanat olarak sevmek, onun bir büyük kitle iletişim ve eğlence alanı olduğunu gözden kaçırmayı gerektirmez. Ben bu bu iki tavrı kendimce birleştirmeye çalışıyorum. Yıllardır yaptığım başlıca şey bu…

Tartışılan Köstebek filmi yazımda asıl dediğim bir şey var. Ben adına 'tür filmi' dediğimiz sinemadan belli beklentilerim olduğunu ve bunlara saygı gösterilmesi gereğini belirttim. Yani bir ajan filmi elbette gerilim içermelidir; bir komedi güldürmelidir; bir western aksiyona dayanmalıdır. Köstebek'te bu hiç yoktu; vaatlerinin hiçbirini tutmuyordu. Onu bu açıdan ağır biçimde eleştirdim.

Ama bu sinemada Fransızların o iyice yerleşmiş deyişiyle 'auteur-yaratıcı yönetmen' denen kişileri hiç bağlamaz!.. Diyelim ki sen sinemada bir Stanley Kubrick filmi izlemeye giderken, ne göreceğini kesin biliyor musun? 2001- Uzay Yolu Macerası'na giderken alışılmış bir bilim-kurgu mu bekliyorsun? Ya da The Shining- Cinnet'e korkmak için mi gidiyorsun? Spartacus veya Barry Lyndon senin için sadece birer tarihsel film midirler?

İzninle, Nuri Bilge Ceylan da artık o tür bir yönetmendir. Tür filmi kalıplarını alıp kullanabilir. Nitekim Bir Zamanlar Anadolu'da görünürde bir polisiyedir. Türk usulü bir kara-film…

Ama içine kendi dünyasını koymuş, kendi sinema anlayışını yerleştirmiştir. Ondan beklenen artık budur; bu olmalıdır.

Bizler de artık bu vb. filmlere farklı biçimde yaklaşmalıyız. Onlarda zaten bildiğimiz ve beklediğimiz lezzetleri değil, sürprizin tadını, keşfin heyecanını aramalıyız.

Umarım bu kısa yazımda derdimi anlatabilmişimdir. Sevgilerle…

Sabah 2004

Ben Sabah'tayken yazdığı hoş bir yazı:

Atilla Dorsay'la aynı gazetede yazmak...

"Keşke bir vaktim olsaydı da Atilla Dorsay'a çoktan hakkettiği Ömür Boyu Başarı ödülünü verebilseydim" dedi, Erkan Özerman. Ve o şirin salonu dolduran, çok seçkin davetliler yürekten alkışladılar. "Ah Erkan ah" dedim içimden... "Yolumu kesmesen, şimdi ben olurdum Atilla'nın yerinde."

Efendim, hikâye şu. 1950'li yılların sonları. Minicik bir kadro ile Yenigün gazetesini çıkartıyoruz. İyi de çıkartıyoruz ha...

( ) Spor sayfası benim başımda. Yetmiyor. Merakımı biliyor, Mehmet Ali ağabey (Kışlalı). "Gittiğin filmleri ve oyunları da yazacaksın" deyince... Sinema ve tiyatro yazmaya da başladım. Kasım kasım da kasılıyorum. Birgün bu Erkan geldi gazeteye... Çok uzaktan akrabam da olur. O günkü sinema yazımı önüme attı. Sultani (yani Galatasaray Lisesi) okumuş, Fransız kültürüne aşina ya, züppe...

"Kritik üç türlü olur. Kritik popüler, kritik spektaküler, kritik entelektüel. Seninki bunların hiçbiri değil. Seninki bir bilmem ne de değil."

Hevesim kursağımda, meydan da Atilla'ya kaldı. Meğer Sultanili sınıf arkadaşı imiş. Onu almak için meydana, benim yolumu kesermiş. Onu da anladım. Kırk yıl sonra... Seni Erkan seni...

Şaka yeter!.. Erkan müthiş bir şey yaptı o gece. Dorsay'a başka kişilerin, başka kurumların çoktan vermesi gereken bir ödülü, bu ülkenin önde gelen bir sanat ve kültür adamı olarak kendisi verdi.

Atilla'nın yakın dostları oradaydık. Tahminlerimin çok ötesinde bir duygusal gece oldu. Özellikle de benim için...

"Ülkü Tamer'i ve geçmişin sinemalarını anlatan yazın harikaydı" dedim Atilla'ya... Her yazısı harika. Türkçe bu kadar güzel olur. Kültür yazının içine böyle lezzetle yerleştirilir ancak... Atilla'yı sinema içine sıkıştırmak haksızlık. Müzik yazılarının en güzelini yazar o... Hayatı ve kenti anlatacak adamlardandır. Metropol yazılarının tadını da unutamam. İmzasını gazetede her gün hasretle aradığım imzadır Atilla... Aynı gazetede yazmaktan gurur duyduğum adamdır. Adamdır o...

Sabah 2005

Benim için bunları yazmış, yazabilmiş bir gazetecinin ölümüne benim kadar kim üzülebilir?

Nebil Özgentürk, Erol Günaydın ve Hıncal Uluç (Foto: A. Dorsay 90'lar)

Yine benden bir Hıncal yaklaşımı. O yıllarda öylesine zirvesindeydi ki...

Hıncal Uluç ve okurları

Hıncal Uluç'la ilk kez bir Anadolu yolculuğuna katıldım. Ve kendimce ilginç gözlemler yaptım.

Öncelikle sözkonusu olan, onun halkla olan ilişkisi. Öylesine tanınıyor ve seviliyor ki...Nereye gitsek, yolda durduruyor, merhaba diyor, birlikte resim çektirmek istiyorlar. Bu adeta genel kural.

Hıncal, üstelik böylesine köşe yazarı ve TV yorumcusu zengini bir ülkede, nasıl oluyor da bu kadar seviliyor? Kendimce kimi nedenler buldum. Belki ilerde, daha geniş biçimde yazarım. Şimdilik şunu söyleyeyim: o, öncelikle hayatını -özel hayatı dahil- neredeyse tümüyle okurunun önünde yaşadı, onunla herşeyini paylaştı. Ayrıca yaklaşanlara öylesine sıcak ve nazik davranıyor ki...Herkesin isteğini yerine getiriyor, resmi bir nedenle çıkmayanlara üşenmeden yeniden poz veriyor. Ve bunu severek yapıyor.

Bu hepimiz, tüm gazeteci ve medyacılar için de bir iftihar nedeni olmalı. Aramızdan birinin ulaştığı bu nokta, bir yerde hepimiz için önemli. Ben bu nedenle, gazeteci olmaktan, ayrıca Hıncal'la ayni gazetede yazmaktan ve onun arkadaşları arasında bulunmaktan gurur duyuyorum. Ve de, başta basın okulları, tüm üniversitelerimizin buna eğilmesini ve kısaca "Hıncal Uluç Olayı"nı araştırmasını bekliyorum.

Sabah 2008

Sonra ben Sabah'tan, giderek yazılı basından koptum, ve T24'te  yazmaya başladım. İlişkimiz en azından giderek soğudu. Ama tümüyle kalkmadı.

Aradan hayli zaman geçti. 2022 yılında ben Bodrum'da yaz tatilindeyken, Hıncal'ın ağır hastalık haberi geldi. Ben orada bulabildiğim koşullarda bir yazı yazdım ve T24'e yollamayı becerdim.

Hasta bir dost için: Hıncal Uluç

Evet, Türk basınının en popüler, en sevilmiş, en çok okunmuş yazarlarından biri. Bence belki en büyük özelliği "tam sayfa" (yani neredeyse öyle) yazmak adetini getirmesi. Bu açıdan takipçileri arasında Ertuğrul Özkök'ten Ahmet Hakan'a, Yılmaz Özdil'den Fatih Çekirge'ye çok isim sayılabilir; hepsinin tarzı ayrı olsa da… Ama Hıncal Uluç'ın tarzı kendine özgüdür. En ilgisini çeken şey kuşkusuz spor, özellikle de futboldur. Benim hiç ilgi duymadığım konular…Ama onun yanı sıra herşey onun ilgisini çeker, her konuda yazar. Siyasetten sinemaya, yolculuklardan polemiklere, sayfasını doldurmak onun için hiçbir zaman zor olmamıştır sanırım. Hatta o yeri bile yetersiz bulduğuna tanık oldum!... İşte böyle bir gazeteci hayatının en zor dönemini geçiriyor: Hasta, hem de çok hasta… Daha önce de sağlık sorunları olmuştu. Ama şimdi iki böbreği de iflas etmiş gözüküyor. Hatta "entübe edilmiş" durumda.

Yine biraz kişisel anılara dönersem… Onunla bir zamanlar, Cumhuriyet'te çalışmışız, ama ayrı dönemlerde…O aralar çekişmiş ve birbirimize hayli laf atmışız. O tartışmalarda bile belli bir mesafenin, saygının ve özenin var olduğunu hatırlıyorum. Ben uzun basın serüvenimde 1998 yılında Sabah gazetesine geçince gerçek anlamda buluştuk ve tartışmalar sürse de, daha yakınlaştık. Hatta bir ara onun ATV'de yaptığı Yaşamdan Dakikalar programına ben de katılmıştım. Nebil ÖzgentürkHaşmet BabaoğluSunay Akın ve her programda farklı davetlilerle… Program 4 yıla yakın sürmüş. Gerçi ilk yılın sonunda beni kışkışladılar. Olasılıkla fazla "entel" buldukları için!.. Bunun bana hayli koyduğunu da hatırlıyorum.

Sunay Akın, Hıncal Uluç ve ben

Ondan sonra tartışmalar hep sürdü. Kitaplarımı ona yolladım; gazeteye, hatta oturduğu siteye kadar götürüp bıraktığımı da hatırlıyorum. Ama sonra Türkiye'yi bir pastayı böler gibi bıçakla ikiye ayıran bu korkunç ideolojik kavga içinde taraflarımız ayrıldı. Hatta ben onun inatla hâlâ yazdığı gazetesini bile okumaz oldum. Ama bakınız şu günlerde neler oldu. Başta anlattığım gibi Uluç ağır bir hastalık geçirdi, geçiriyor. Ben bunu halen yazmakta olduğum T24 sitesinden öğrendim ve gerçekten kalbime bir bıçak saplanır gibi oldu. Bekledim, bekledim ki böylesine saygın bir isim ve onun şu anda yaşadıkları medyaya da layık olduğu biçimde aksetsin. Ama rica ederim, hiç okudunuz ve duydunuz mu? Bunca TV kanalından hangisinde bundan söz edildi? Hangi haber kanalında bu konuda bilgi verildi; o dedikodunun her türlüsüne yer veren basında böylesine bir isim hakkında bir haber çıktı?

Şu anda tatildeyim ve T24 için bir süre yazmayacağımı belirtmiştim. Nitekim şu anda Bodrum'dayım; sonra da Mudanya'da olacağım. Yanımda ne en basit bir laptop, ne de bu metni telefonda yazabilecek sabrım var. Ama bu olay beni öylesine üzdü ki buradan feryadımı duyurmak istedim. Bir dostumun yardımına sığınarak… Üç yıl sonra döndüğümüz Armonia tatil sitesine bitişik olan Körfez Lokantasının sahibi sevgili Ali Akçam dostumun oğlu Berker sayesinde… Evet, onun teknolojik yardımıyla bu çığlığımı duyuruyorum. Bunca yıl sürekli veya zaman zaman da olsa okuduğumuz böyle isimlere bu zor zamanlarında destek olmalıyız. Sevgimizle, saygımızla, desteğimizle… Sevgili Hıncal'a bir an önce şifa diliyorum ve buradan en iyi dileklerimi yoluyorum.

Ve işte, Hıncal gitti. Ben onun bendeki cebinden birçok kez aradım, ama ulaşamadım. Yardımcısı Yasemin Hanım'ın telefonunu bulup aldım; ama araya Bursa Kitap Günleri girdi. Tam döndüğüm gün de ölüm haberi geldi. Yasemin Hanım cenazeyle uğraştığı için erişemedim. Umarım cenazesinde dostlarıyla birlikte oluruz.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"