20 Haziran 2016

Gezi Parkı'na kışla: Yeni olaylara, yeni ölümlere, yeni dramalara davetiye...

İçtenlikle soruyorum: Değer mi?

  Aslında bekliyordum. Dolayısıyla hiç şaşırmadım. Çünkü artık kahramanlarımızı tanıyoruz. Bu durumda sayın Cumhurbaşkanımız RTE demek istiyorum.

  Nasıl tanımayalım ki... Bir yandan 14 yıldır iktidarda olan bir partinin başkanı ve her şeyi. Ki aslında İstanbul Belediye Başkanlığını da katarsanız, çok daha gerilere gidiyor. Bunca yıldır ne yapıp etitiğini izlemekten iflahımız kesildi. İzin verin de artık tanıyalım onu..

  Ayrıca tarihte birçok benzeri var. Yapıp ettikleriyle tarih kitaplarının hep ilgi alanı içinde olmuşlar. Günümüzdeki uzantıları, benzerleri veya taklitçileriyle birlikte...Ve onların kişilikleriyle bizim kahramanımızınki öylesine benzeşiyor ki...

  Temel bir özellik elbette yenilgiyi ve geri çekilmeyi asla kabul etmemektir. Her alanda kahramanımızın sözü dinlenecek, kararları uygulanacak, yargıları tartışılmayacak ve seçimleri kabul görecektir. Hele karşı çıkma, protesto, giderek isyan. Allah korusun!..

  Böylece üç yıldan ve onca olaydan sonra (ki aralarında daha o günlerde verilen 8 şehit ve sonrasında gelen kimi dolaylı ölümler, hapisler, cezalar da var), yeniden başladığımız noktaya dönmüş bulunuyoruz.

  Özetle: Gezi Parkı’na o kışla bozuntusu (bu benim tabirim!) yapılacak, AKM’nin yerine dev bir opera inşa edilecek. Yetmedi, Maksem’de iyi bir kararla müze yapılan binaların arkasına (yoksa yerine mi?) bir ‘Selatin cami’ kondurulacak. Başkanın deyimiyle “bunların projesi falan herşey hazır.” Ve ekliyor “Ben sayın başkanıma söylüyorum. Cesur olacaksın diyorum. Eğer cesur olmazsan, biz bu işi başaramayız.”

  Aslında bu sözlerde gizlenen korkuyu ve tedirginliği hissedebiliyor musunuz? Öncelikle hangi ülkede bir cumhurbaşkanı kalkıp en büyük kentin imar sorunlarına böylesine karışır, onu yapıp  şunu edeceğiz der? Bunun için ilgili bakanlıklardan yerel yöneticilere, demokrasinin özenle kurup yerleştirdiği onca makam varken?

  Hadi diyelim ki söyledi. Nasıl ve niçin bunu bir ‘cesaret konusu’  olarak alır, belediye başkanına ‘hadi cesur ol da operanı yap, yürekli ol da kıliseni inşa et!’ der?  Sırf bu sözler bile yapılmak istenenin toplumun önemli bir kesiminin taleplerine zıt şeyler olduğunu göstermez mi?

  Çünkü başkanımız olayı hala anlamamış, kavramamış ve  çözememiştir. Gerçi sözlerine Mayıs 2013’e kıyasla biraz incelik katmıştır. Örneğin o zaman yeniden yapılacak kışla için “içinde AVM de olacak” demişti, belgelerde var. Şimdi sadece ‘müze’ lafı ediyor. İşin rant yanını budayarak!.. Ayrıca opera için de o tarihe geçen ‘barok opera’ deyimini kullanmıyor!..

  Ama işin özü aynı. Ve sayın RTE bunu inatla anlamazdan geliyor. O bilinen zekasına rağmen... İşin özünü defalarca yazdım/yazdık. Bu kez bunu birkaç aylık bir yazıya bırakıyorum. Cumhuriyet gazetesi kitap ekinin 3 Mart 2016 sayısında Birhan Keskin’le Fakir Kene kitabı nedeniyle yapılan söyleşide, yazar şöyle diyor:

  “Bizler İstanbul gibi bir beton çölünde yaşadığımız için, tabiat bunca önemli. Ondan uzakta yaşadığımız için, işte bir tek ağacın kıymeti bile çok büyük. Biz bunları  konuşurken, Artvin’de de insanlar doğayı korumak için ayakta. Doğayı rant için talan etmeye çalışanlar oldukça, onu savunmaya geçenler de olacak. Bir kez daha üstüne basarak söyleyelim: bu şehirde bir tek ağaç bile bizim için çok kıymetli. O ağaçlar  bizim kardeşimiz. Bizim hasretimiz onlar. Bunu içinde duyan ve duymayanlar olarak da ikiye ayrılıyoruz.”

  İşte işin özü bu. Ağacı bir kardeş gibi görmek... Yeşili gerçek anlamda sevmek, doğa korumacılığını amaç edinmek... Gezi olayı bunun için yaşandı, bu uğurda kendiliklerinden biraraya gelen insanlarca yaratıldı. Bunu anlamak bu kadar zor mu? 

  Bunu anlamayanlar elbete başka şeyleri de anlamıyorlar. Örneğin birden ortaya çıkan ve zeytinyağı gibi yayılan lise eylemlerini. Hürriyet dün harika bir iş yaptı. Ve 52 önemli liseye yayıldığı belirtilen bu protestolar arasından 15’inin temel özelliklerini yazdı. Bakalım bunları bastırmak da hangi bakanın veya bürokratın ‘cesaretine’ bırakılacak!..

  Taksim’e dönersek... Bir yandan “İstanbul’da meydan yok” diye yakınan RTE’nin, öte yandan Taksim’i ‘meydan yapmak’ için sadece bina önermesi (hem de üç adet devasa bina!) başlı başına bir çelişki değil mi? Meydan öncelikle boşluk, genişlik ferahlık ve yeşillik değil mi?  Onca dev yapıdan sonra hangi meydandan söz ediyorsunuz?

  Daha da önemlisi... Gezi Parkı için belli bir consensus oluşmuştu. Hatta belediye burayı birhayli yeşilendirmiş, yeni ağaçlar ekmişti.

  Şimdi en başa dönmekle ne umut ediyorsunuz? Yeni protestolar, yeni eylemler, yeni polis zulümleri...Yeni ölümler, yeni Berkin Elvan, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Medeni Yıldırım veya Hasan Ferit Gedik'ler...

  Yeni bir kargaşa, yeni gerginlikler, yeni insan dramları. Değer mi? İçtenlikle soruyorum: Değer mi? 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"