22 Nisan 2022

Geçmişten ürkünç bir vahşet masalı

Daha önce 2015'lerde yaptığı The Witch-Büyücü ve The Ligthouse-Deniz Feneri filmleriyle küçük çapta bir efsane yaradan Robert Eggers, kuşkusuz en iddialı filmini imzalar: her şeyiyle abartılı, ama bu abartının kendi içinde bir dengeye ulaştığı özgün bir filmle... Ya çok seveceğiniz ya da nefret edeceğiniz... Seçim sizin...

KUZEYLİ

X X X

(The Northman)

Yönetmen: Robert Eggers
Senaryo: Sjön-Robert Eggers
Görüntü: Jarin Blaschke
Müzik: Robin Carolan, Sebastian Gainsborough
Oyuncular: Alexander Skarsgard, Nicole Kidman, Claes Bang, Ethan Hawke, Anya Taylor-Joy, Gustav Lindh, Willem Dafoe, Elliott Rose, Phill Martin, Eldar Skar, Oscar Novak

Universal filmi, 2022 

İşte karşınızda insanı baştan sona şaşırtan, eğlendiren veya çıldırtan, öfkelendiren veya ürküten, sevgiyle nefret duygularını peş peşe ve iç içe sunan son derece kendine özgü bir film. Nefret edecekler daha çok olabilir ama filmin sunduğu kendine has özellikler de yadsınacak gibi değil.

Bu 'pagan' (yani tek tanrılı dinler öncesi) hikâye, aslında bu dinlerden çok sonra geçiyor: 860'larda, yani Milattan Sonra 9. yüzyılda açıldığına göre... Ve karşımıza dönemin son derece şiddet yüklü, açıkça vahşi bir yaşam sürmüş kuzeye (Avrupa'nın kuzeyine) özgü Viking uygarlığından bir efsane/masal getiriyor. 

O Vikingler ki, sinema daha önce de onlara eğilmişti. En çok Richard Fleischer'in 1958 yapımı Vikingler filmini hatırlarım: Kirk Douglas, Tony Curtis, Ernest Borgnine, Janet Leigh gibi oyuncular ve fonda öyküyü anlatan Orson Welles olduğu halde... Ama ayrıca John Boorman'ın Zardoz (1974), Nicolas Winding Refn'in Valhalla Rising (2010), Alan Taylor'un Thor (2013), Darren Aronovsky'nin Noah-Nuh (2014), David Lowery'nin The Green Knight-Yeşil Şövalye filmleri de akla gelebilir. 

Evet, dönemin Hrasfney krallığında (tüm adlar Vikingce olduğundan böyle çetrefildir) 'kuzgun kral' diye anılan Aurdanvil savaştan dönmüştür. Oğlu, çok sevdiği Amleth (dikkat: Hamlet değil, omlet de değil, Amleth!) özlediği babasına kollarını açmıştır. Sevgili eşi Gudrun da elbette... Üvey kardeşi Fjölnir ise ona açık düşmanlığını sürdürecek ve bunun sonucunda kralı öldürecektir. 

İzlanda'da, her daim kıpkızıl lavlar püskürten bir yanardağın eteklerinde yaşanan bu macerada sık sık komşu ülkelerin de adı geçer: Rusya, Ukrayna, hatta Kiev kenti!.. Ve vahşet giderek artar. Başlıklarla ilerleyen hikâyede, yıllar sonra Amleth'in büyüyüp erkek irisi bir koca adam olduğunu ve babasının intikamını mutlaka almak istediğini görürüz. 

Ana kraliçe Gudrun ise birkaç yanlı oynar. Bir yandan eski kocasını 'rahmetle' anar; öte yandan yenisinden, yani Fjölnir'den memnun gözükür. Bu uğurda öz oğlu Amleth'e bile karşı çıkacak kadar...Yeni kuşaklardan genç oğullar ise yine inanılmaz bir vahşet içinde eğitilir; döğüş sanatının inceliklerinden zalimliği sıradan bir huy edinmeye her yönde çağa uyarlar. Bu arada, 'huş ormanı'ndan gelen ve birden ortaya çıkan güzel sarışın Olga da hayatını ve aile kurma hevesini Amleth'in intikam tutkusuyla bağdaştırmaya çabalayacaktır.

O tatlı çocuk Amleth bu arada adaleli ve acımasız bir cellada dönüşmüştür. Rus ülkesinde bol adam öldürdükten ve kimilerini kimi organlarından (örneğin kol-bacaklarından veya burunlarından!) mahrum bıraktıktan sonra, yavaş yavaş asıl amacına, yani o kutsal intikamına yönelir. Amcası kral Fjölnir'in çevresine yavaş yavaş girmeyi deneyerek... Bu arada Amleth adının tanıdık gelmesindeki giz de (daha çok film üzerine eleştirilerde) açıklanır, çünkü Shakespeare de o en ünlü eserini bu Kuzey destanından esinlenerek yazmıştır!..

Arada Viking'lerin eğlenceleri de gösterilir; dans, müzik ve seksi en vahşi biçimde karıştıran... Yakınlardaki tek Tanrı inançlılarını 'Hıristiyan domuzlar' diye çağıran ve etraftaki cehennemi de (neden ve nasılsa) İngilizce adının belki habercisi olan Hel sözcüğüyle anan bu cemaat, belki de tarihin mağara adamlarından beri gördüğü en vahşi toplumdur.

İşte filmin başarısı da buradadır. Daha önce 2015'lerde yaptığı The Witch-Büyücü ve The Ligthouse-Deniz Feneri filmleriyle küçük çapta bir efsane yaradan Robert Eggers, kuşkusuz en iddialı filmini imzalar: her şeyiyle abartılı, ama bu abartının kendi içinde bir dengeye ulaştığı özgün bir filmle... Ya çok seveceğiniz ya da nefret edeceğiniz... Seçim sizin...

Aurvandil'de benim nedense tanıyamadığım Ethan Hawke, Amleth'te çocukluğunu oynayan Oscar Novak ve özellikle büyümüş halindeki Alexander Skarsgard, kötülerin kötüsü Fjolnir'de Claes Bang, Heimir'de yine pek tanınmayan Willem Dafoe rollerine cuk oturmuşlardır. Kadınlarda Nicole Kidman son derece çelişkilerle yüklenmiş aykırı bir eş ve anne olarak üstlerde dolaşır. Anya Taylor-Joy'un Olga'sıysa eşsiz bir kuzey kadını portresi çizer. 

Evet, günümüzde adına Ukrayna savaşı denen tarihin en vahşi savaşlarından ve kıyımlarından birini yaşayan bir ülke, işte on küsur yüzyıl önce de bunları yaşamıştı. Tarih tekerrürden ibarettir diyen eski sözü mü analım? İnsanlığın bunca savaştan ve soykırımdan hâlâ gereken dersi almamış olmasına mı kahrolalım? Vallahi ben de bilmiyorum...

Yazarın Diğer Yazıları

Roma tarihine ‘Güç ve Onur’ sloganı eşliğinde yolculuk

Film, belki çok uzun (148 dakika), çok karmaşık, aşırı dramatik gözüküyor. Ama yine de görmeye değer...  

İstanbul güzellikleri önünde özel bir motorla tanışmak

Rahat ve olgun bir kamerayla çekilmiş, müziğe başvurmayan bir film. Belki çok akışkanlığı olmayan, sakin ve özgün bir yapım. Ama bu özgünlüğün birçok sinefili çekeceğine inanıyorum

Din üzerine söylenebilecek ne varsa

Rüya görmek bir anlamda kelebek görmek midir? Tek gerçek varsa, o nedir? Ve sonunda acaba din bir kontrol sisteminden başka bir şey değil midir?

"
"