Hayrettir: yıllardır ilk kez İstanbul festivalini tümüyle Beyoğlu’ndan uzak geçiriyorum. Çünkü festivalden hemen önce Koca Dünya’nın basın gösterimi için indiğim İstiklal caddesi beni öylesine üzdü ve düş kırıklığı yarattı ki... Bir süre oraya ayak basmamaya karar verdim.
Çünkü Beyoğlu işgal altında olmayı sürdürüyor. Bilmem kaçıncı kez yenileneceği söylenen zemin döşemesi için önce altyapıyı tümüyle yenileme kararı verilmiş.
Ve bu aylardır uygulanıyor, ne zaman biteceği belli değil Böylece tramvay iptal edilmiş, tüm zemin kazılmış, yer yer geniş beton alanları oluşmuş. Yer yer ise geniş çukurlar bırakılmış. Ve ne rastlantıdır ki bunlardan biri tam da festival sinemalarından Atlas ve Beyoğlu’nun arasında!...
Kimi dostlarım bunun özellikle yapıldığını söylediler. O kadar zalim olmak istemiyorum, ama çok büyük bir sorumsuzluk olduğu kesin.
Kanyon’da çadır kurdum!...
Ne diyelim, Allah bunları Beyoğlu’nun, İstanbul’un ve giderek ülkenin başından uzaklaştırsın. Benimse hem ameliyat yorgunu bacaklarım, hem de saldırıya uğrayan estetik görüşümle buralarda olmamam çok daha iyi..
Böylece tüm rezervasyonlarımı bu yıl seçilen Kanyon sineması salonunda yaptım. Gayet de memnunum: bize nispeten yakın, kusursuz bir projeksiyon içeren rahat bir salon. Ama elbette sevgili Beyoğlu’ma bir an önce dönmek de isterim.
Görebildiğim ilk filmler arasında öne çıkanlar: açılış filmi Lodos’u beğenmedim. Bu Yunan filmi orta karar mizahı ve tekdüze akışıyla beni hiç doyurmadı.
En iyilerden ikisi
Ustalardan Volker Schlondorff’un Unutulmayan Aşk- Return to Montauk filmi eski sevgilisi ve yeni eşi arasında kalmış, tümüyle bencil, mağrur ve maço bir yazarın öyküsünü anlatıyor. Erkekliğin entelektüel bir bakışla paramparça edildiği, hoş bir dönem ve sanat atmosferi içinde temel kadın-erkek ilişkisinin masaya yatırıldığı bir yapım.
Arjantin filmi Saygın Vatandaş bence en iyilerden. Nobel ödülü alan ve daha törende gerek seçici kurula, gerekse ödülün hamileri olan İsveç kral ailesine iyice giydiren bir konuşma yapan ilkeli, onurlu ve açık sözlü bir yazarın öyküsü bu... Ödülden sonra davetler yağıyor, ama o 40 yıldır gitmediği ülkesine ve oradaki küçük kasabasına dönmeyi seçiyor. Ama bu dönüş baştan sona şaşırtıcı, küçültücü ve giderek öldürücü bir serüvene dönüşecektir. Sinema-edebiyat ilişkilerine entelektüel bir düzeyde, ama bir polisiye kıvamında bakan enfes bir film.
Solculuk tarihini öğrenmek için
Yine en iyilerden biri. Haitili usta Raoul Peck’in elinden çıkma Genç Karl Marx. Komünizmin felsefi kurucusu üzerine yapılmış ilk kurmaca film bu... 1840’larda Marx’ın Berlin, Köln, Paris, Londra ve Brüksel’de yaşadıkları. Çöken bir Avrupa’da ve alabildiğine ezilen bir işçi sınıfının yanında...
Ve ünlü Komünist Manifesto’nun yazılış öyküsü. Solculuğa bulaşmış yaşlı-genç herkesin görmesi gereken bir film. Anılarınızı tazelemek için bile olsa...
Bir gerilim, bir güldürü
Av Köpekleri ilgiye değer bir Avustralya filmi. Uçsuz bucaksız uzanan bir kırsalda boşanmış ailesinden kaçan bir genç kızın sapık ve çürümüş bir çiftin eline düşmesi. İşkence, tecavüz, korku ve dehşet. Örnek bir sadelikle anlatılmış bu kan donduran film, sonuçta hayli sevimsiz ve ürkünç. Ama türünde bir mini-zirve sayılabilir.
Paris Büyüsü yıllar önce çok sevdiğimiz Rumba filminin yaratıcıları Dominique Abel- Fiona Gordon ikilisinden geliyor. Yaşlı teyzesinin ‘imdat mektubu’ üzerine Kanada’dan kalkıp Paris’e gelen sakar bir kız kurusu, orada tanıştığı eksantrik bir sokak serserisi. Ve neden sonra ortaya çıkıp Eyfel kulesinin tepesinde akrobasi yapan teyze... Geçen yıl ölen Emmanuelle Riva’ya saygı duruşu yapan, bol bol sessiz sinema komedisinden de yararlanan hoş bir güldürü.
Dalida’nın trajik öyküsü
Dalida, bu çok sevdiğim şarkıcının trajik yaşamı üzerine bir biyografi. Ona şaşılacak kadar benzeyen genç bir oyuncu bulmak ve şarkılarının en iyilerini kullanmak başlıca başarı nedenleri. Ama dramatürjisi zayıf, melodram dozu aşırı kaçmış.. Ve film boyunca bir konser izlediğimiz izlenimi daha baskın çıkıyor!...
Arjantin filmi Tekvando ise açık ara festivalin en kötüsü. Bu çıplak erkek bedenlerini 105 dakika boyunca bitmeyen konuşmalarıyla gözümüze sokan film ne anlatıyor? Belki röntgenciler için!...
Giovanni’yi anmak için
Benim için bir küçük sürprizden söz etmek istiyorum. Son kitabım 50 Unutulmaz Film’i adadığım ik ikişiden biri Giovanni Scognamillo idi. Adadım, çünkü kitaptaki 54 film arasında onun sevdikleri olduğundan emindim.
Bunlardan biri olan eski bir film, 1932 yapımı Kayıp Ruhlar Adası meğerse onu çok etkilemiş: eski Elhamra sinemasında daha 4 yaşındayken izlediğinde...Bu bilgi onun hakkındaki nehir-söyleşi kitabı Bir Levanten Şövalye’de varmış. Bunları festival kitapçığından öğrendim. Diyeceğim: o filmi de kaçırmayın!...
Festival-yıldız tablosu
GENÇ KARL MARX X X X X
SAYGIN VATANDAŞ X X X X
AV KÖPEKLERİ X X X
PARİS BÜYÜSÜ X X X
UNUTULMAYAN AŞK X X X
DALİDA X X
LODOS X X
TEKWANDO X
Klasiklerden:
BABA X X X X
BEYAZ BANT X X X X
DOGVİLLE X X X X
KAYIP RUHLAR ADASI X X X X
ANAYURT OTELİ X X X X
YOL X X X X
MULHOLLAND ÇIKMAZI X X X X
1984 X X X X
SON KUŞLAR X X X
SUSPİRİA X X X