16 Haziran 2023

Fantastik sinemadan bir örnek; her yaştan gençler için!...

2000'lerden beri popüler bir TV dizisi olan The Flash, daha önce de Mama ve de korku serisi İt-O'nun iki bölümünü yönetmiş olan Andy Muschietti'nin elinde, ilke olarak akıcı bir film olmuş; ama bir yerden sonra sanki kontrolden çıkmış, birkaç yönde giden yorucu bir film olmayı da başarıyor!...

THE FLASH

X X X

Yönetmen: Andy Muschietti
Senaryo: Christina Hodson, Joby Harold
Görüntü: Henry Braham
Müzik: Benjamin Wallfisch
Oyuncular: Ezra Miller, Sahsa Alle, Ben Affleck, Michael Keaton, Michael Shannon, Ron Livingston, Antje Traue, Jeremy İrons, Temuera Morrison., Kiersey Clemons, Maribel Verdu, udy Mancuso, İan Loh

Warner Bros-DC Films yapımı, 2023

Evet, sinemada fantezi ve fantastik... Özellikle Hollywood'un büyük çabasıyla ve yine onun türlere ayırdığı sinemada daha çok genç ruhlara seslenen bu sinemaya zamanında tav olmamış, onu keyifle izlememiş bir sinemasever düşünülebilir mi? Kendi adıma sanat filmlerini daha çok sevsem de, tüm o aksiyona dayalı hayalperest filmleri, o uçuk maceraları, o fezadaki gizemi arayan masalları, o antik Yunan'dan günümüze uzanmış efsaneleri deşen filmleri de sevdim, yazdım, kitaplarıma aldım.

İşte bu türün iddialı ve gösterişli bir yeni örneği. Türkçe ad bulamadıkları için The Flash adını koruyan filmcilerimizin, bizdeki basın gösteriminde umulmadık bir Z Kuşağı seyirci görerek şaşırdığını da belirteyim!... Bense en iyi niyetlerimle yaklaşmaya çalışacağım...

Film Superman ve benzerlerinin yaşadığı efsane-kent Gotham'da geçiyor. New York'un hık demiş burnundan düşmüş bu kentte birden kıyamet kopuyor. Çakan şimşeklerin, düşen yıldırımların ardından, genç bir adamı tanıyoruz: Barry Allen... Bilimsel araştırmacı Barry, bir kazanın sonunda büyük bir güçle yaşama dönüyor. Ve o saftirik genç adam, birden görkemli bir kırmızı giysiye bürünerek bir üstün-adam oluveriyor. O arada bir de benzeri çıkıyor. Onun adı da Gary'dir. Ve sanki ikiz doğmuşlardır... Zaten ikisini de aynı oyuncu (Ezra Miller) oynamaktadır ve film boyunca sürekli yan yana olduklarından, bu da bu ayrıksı filmin mucizelerinden biri sayılabilir.

Ama Barry'nin geçmişi karanlıktır. Daha doğrusu aile ilişkileri... Babası hapistedir, annesinin gizemli ölümüyse acaba gerçek olmayabilir mi? Zaman zaman çocukluğunu hatırlar; annesinin kendisine "Maymunum benim" demesi aklına gelir. Aile zaten filmin önemli ögelerinden biridir. Sanki The Godfather serisinden miras kalan o ünlü "İt's Family" lafını hatırlatacak kadar... Arada böyle bir filmde bile felsefi laflar edilir; "Yaralarımız bizi biz yapan şeylerdir" gibi... Ve o masal dekorunda modern şeyler görülür: pizzacı afişleri, Uber Taksi, Barbie esprisi gibi... Ya da o esrarengiz alemlerden birden bir süper-markete yapılan iniş gibi...

Ve birden ortada o eski kahramanlar peyda olur. Yani o fantastik dünyanın ilk yaratıcıları: örneğin Superman... İlk büyük ismi Christopher Reeve'den başlayarak... Daha 1977'de ilk önemli Superman filmini yaratan... Ardından Batman gelir, Wonder Woman gözükür; Aquaman, Geleceğe Dönüş gibi klasikler anılır. Finalde ise görkemli bir şakayla çok ünlü bir isim son Superman olur. Kim olduğunu artık filmde görün...

Ama en önemli bölümü sona bıraktım. O birden kentin üzerine düşen dehşet bölümü... Bir hastaneye düşen yıldırım sonucu bina yıkılır; içeridekiler, özellikle de yeni doğmuş bebekler gökten yağmaya başlar. Ama The Flash elbette oradadır. Ve işe karışır. Her şeyi birden dondurarak... Sonrası anlatılamaz, görmek gerekir. Bu tür fantastik filmlerden hatırlanacak en görkemli sahnelerden biri... Enerji ilacını alan Barry-The Flash öylesine bir çözümler ki her şeyi... Gerektiğinde çırılçıplak da soyunarak..

2000'lerden beri popüler bir TV dizisi olan The Flash, daha önce de Mama ve de korku serisi İt-O'nun iki bölümünü yönetmiş olan Andy Muschietti'nin elinde, ilke olarak akıcı bir film olmuş; ama bir yerden sonra sanki kontrolden çıkmış, birkaç yönde giden yorucu bir film olmayı da başarıyor!... Ezra Miller'in çifte kişiliği ilgiye şayan. (Bu eski sözcüklere bayılıyorum!) O üstün-adamları canlandıran Ben Affleck, Michael Keaton, Michael Shannon gibi oyuncular da dikkate eğer. Usta oyuncu Jeremy Irons ise kısacık rolünde gerçek anlamda harcanmış.

Sonuç olarak, her yaştan gençler için!...


YARIN: ASTEROİT ŞEHİR

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak 2022'de Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar, onu tamamlayan Övgüler, Yergiler, Atışmalar ise 2023'de çıktı. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Canlandırma sinemasına Disney el atarsa ne olur?

'Mufasa Aslan Kral' filminde; canlandırma hayvanların yüzlerinde, insan yüzlerinde görmeye alıştığımız tüm o ifade zenginliği vardır. İşte bu belki de o eskimeyen Disney damgasıdır ve filmin değerini bu yapar

Gizemli bir ‘sanat filmi’: Sevsek mi sevmesek mi?

"On Saniye" filmi sadece iki kadının bitmeyen diyalogları üzerine kuruludur. Bir sanat filmi için bile tam bir handikap! Kendi adıma şunu söyleyebilirim: Bunca lafı etmem bile, filme özel nitelikler kazandırmıyor mu?

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

"
"