18 Ekim 2022

Edirne: Tarihten müzelere, doğadan peynirlere tanınmaya değer kent

Edirne bugün sayısız tarihi mekanı, üç nehri buluşturan güzel doğası ve 180 bini aşkın nüfusuyla görülmeyi hak ediyor...

Edirne, Edirne... Güzel Edirne... Şu son zamanda gerek Mutfak Dostları'nın organizasyonları, gerekse kitaplarım için aldığım davetler sayesinde neredeyse eski günler gibi ülkeyi dolaşmaya çıkıyorum! Artık enerjimden ne kalmışsa...

Bu kez birkaç yıldır yapılan Kitap Günleri nedeniyle hedef Edirne'ydi. Vaktiyle gittiğimiz, ama uzun zamandır görmediğimiz bu tarihi güzel kent... Yunanistan ve Bulgaristan sınırında yer alan, 1369'dan 1453'e kadar, imparatorluğun başkenti olarak kalan, o büyük fetihten sonra başkent Konstantiniyye'ye geçince önemini bir ölçüde yitiren kent, bugün sayısız tarihi mekanı, üç nehri buluşturan güzel doğası ve 180 bini aşkın nüfusuyla görülmeyi hak ediyor.

Sultanlar şehrinde

Edirne'de yeni yapılan çok güzel Atatürk Kültür Merkezi salonlarındaki imzaların dışında, kenti gezebildiğimiz kadar gezdik. İki yarım günden toplam bir gün kadar... Yeterli değildi elbette, ama yine de gördüklerimiz yazmaya değer.

Atatürk Kültür Merkezi

En başta kuşkusuz Selimiye camii... İnşasına Sultan İkinci Selim zamanında başlanan yapıyı Mimar Sinan 80 yaşında bitirmiş ve şöyle demiş: “Bu benim ustalık eserim”... Artık bize söz düşer mi? 1575'te ibadete açılan dev cami bugün uzun bir onarım sürecinde. 2025'te bitecek olan... Ancak bir kısmını görebiliyorsunuz. Aralarında o inanılmaz güzellikteki mihrap ve minber de olan... Ama ziyanı yok: o güzellik biraz daha sabırla canlanacak...

Koca Sinan heykeli

Selimiye dışardan
Selimiye daha yakından
Selimiye'ni içi
İçten bir bakış

Buna karşılık büyük Külliye'sindeki Türk-İslam Müzesi öylesine güzel ki, anlatamam... Oda oda farklı objelerle bezenmiş bir müze bu... Cam, mozaik, fayans, ahşap, çini, hat vs. gibi işçiliklerin şahane örnekleri bir avluyu çevreleyen odalarda toplanmış. Görmelere seza... UNESCO Dünya Mirası listesinde bulunan bu külliyeyi bitmiş olarak görmeyi çok istiyorum. İnşallah nasip olur. Caminin çok çekici bir arastası (bedesten de denebilir) var. Hepsi birkaç saatinizi alabilecek...

Selimiye Turk-İslam müzesinden
Arastanın içi

Ayrıca kentte özellikle dikkat çeken iki olay yakaladım. Biri birçok diğer caminin varlığı; ama bunların hepsi Selimiye'yle kıyaslanmayacak kadar küçük ve mütevazı. Üç Şerefli Cami ve Eski Ulu Cami denen en eskileri bile... Ama yenileri daha da küçük. Demek ki bunca zamandır tüm sultanlar, tüm mimarlar ve tüm halk, Selimiye'yle kıyaslanma iddiasında cami istememiş, bunu düşünmemiş. Oysa bizde, özellikle İstanbul'da (ama belki birçok yerde) o şahane camilerimize özenen devasa mekanlar yapıldı, yapılıyor. Siz İstanbul'da diyelim ki Sultanahmet veya Süleymaniye'yle aşık atan camilerden hoşnut musunuz? Bunları hem de kentin en modern yerlerine getirip dikenler, acaba hangi sultanları örnek alıyorlar? Sormamak mümkün değil!..

Küçük camilerden biri

İkincisi beni çok şaşırtan, ama aynı ölçüde mutlu eden bir uygulama. Kentin özellikle eski semtlerinde o güzel eski yapılar özenle onarılmış. Ve de hemen hepsi yönetim tarafından sosyal ya da kültürel amaçlara ayrılmış. O kadar çok örnek var ki... Bunda elbette CHP'li Belediye Başkanı Recep Gürkan'ın rolü var. Ama aynı zamanda yakın zamanda atanan vali Mehmet Tekinarslan'ın da... Fark ettiğime göre ikisi de halk tarafından çok seviliyorlar. Keşke böyle bir işbirliği her yerde olsa... Ayrıca o eski yapılardan 400 kadarının da onarım projesi içinde olduğunu ekleyeyim. Nasıl bir enerji, görüyor musunuz?

Eski evlerden biri

Edirne'nin uzun ve iki yanı, ayrıca ortası da ağaç zengini olan bulvarları var. Ama ayrıca ilginç bir yanı da var: kentin birçok yerinde küçük meydanlar yaratılmış. Bunun iyi yanı birçoğunun ortasına dikilen heykeller. Aralarında Mimar Sinan'dan Atatürk ve İnönü ikilisine klasik olanlar da var; modern ve soyut olanlar da... Ama bunun tartışılır yanı şu: trafik bu meydanların çevresinde dönüyor. Işık filan yok, sürekli akıyor. Ve böylece dönüş yaparken birkaç yöne birden büyük dikkatle bakmanız gerekiyor. Hiç kolay iş değil, inanın!..

Kent meydanlarından biri

Edirne, bilinir, sınır ötesindeki halklarca en çok ziyaret edilen kentimizdir. Özellikle Bulgar halkı. O halk Edirne'nin çarşı ve pazarlarına öylesine düşkün, oralardan alış-verişe öylesine meraklı ki, habire gelip gidiyorlar. Otelde gördüğümüz ve çoğu belli yaştaki hanımlardan oluşan kalabalığın hemen hepsinin Bulgar olduğunu öğrenince çok şaşırmıştık. Bu yüzden kentin kimi yerlerinde Bulgarlara kendi dillerinde hitap eden levhalar asılı. Onlara bilgi veren, yol gösteren...

Kadınlar çarşısı

Ama bizi üzen bir-iki şey de oldu. Son gün Meriç nehrini görmek istedik. Ve o yöne gittik. Ama o güzelim su tümüyle kurumuş görünüyordu. Ayrıca birçok köprü ve çevre yolu nedense 'yasak' işaretiyle kapanmış, asfaltları ise iflas etmişti. Kentin o bölgesine eğilmek, o kaç asırlık nehri yeniden canlandırmak da yöneticilerin amaçları arasında olmalı.

Edirne'nin yakındaki Kırkpınar'la birlikte güreşi ve güreşçileri de ünlü, ki o meydan heykellerinden biri buna ayrılmış. Ve de gelelim yiyip içmeye. Yani en önemli noktalardan birine... Edirne usulü tava ciğeri zaten beni bu yolculuğa en çok çeken şeydi. Öylesine severim ki ciğeri... En lezizi de orada yapılanı oluyor. İki kez kendimize bu ziyafeti çekebildik. Çok yerde var; ama biz Niyazi Usta'nın dükkanını seçtik. Ve tam bir lezzet şöleni yaşadık.

Ama ayrıca inanılmaz bir çeşitlilik içeren peynirleri var: dil peyniri, beyaz peynir, keçi peyniri, eski kaşar veya sert inek peynirleri. Ya da yine çok ünlü Kavala kurabiyesi, Hoşgüvar kurabiyesi, badem ezmesi... Bol bol alıp dönüşte yuvanıza götürün, pişman olmazsınız!..

Edirne'den bir hafta sonra yine 'kitap hatırına' ziyaret ettiğim bambaşka bir kenti, ülkenin tam zıttındaki Antakya'yı ise yakında anlatacağım.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

On yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966 yılında başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Atilla Dorsay, 2013 yılından beri "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Atilla Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlattıyor.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. Son olarak Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!"...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Bir ustadan ölüm ve ötanazi üzerine cesur bir film

Film görkemli bir melodram tadı içeriyor. Konuşmalar oldukça edebi; yani yer yer suni (yapay) kaçıyor. Ayrıca dünyamızın gidişi üzerine de ahkam kesiliyor. Ama belki en önemli yanı, iki kadının o inanılması zor ilişkisi

Görkemli bir hayal kırıklığı

Başlarda oldukça ilginç gözüken bu film, sonunda insanı neredeyse boğar!.. Ve sanki zaman zaman yönetmen finalde kullanılan ‘ucube’ lafını üzerine giyer. Kanlı-bıçaklı, her türe el uzatmış, ama en büyük özelliği zırvalık olan bir film...

Kürt sorunu üzerine eski bir yazım

Her gün gözünü ölüm haberleriyle açan bir toplumda, bizim şehitlerimizin onlu sayılarda, onların ölümlerininse yüzlü sayılarda olmasını bize bir teselli diye sunuyorsunuz. Yarın onlarınkiler binlere, bizimkilerse yüzlere tırmandığında da aynı şeyi mi yapacaksınız?

"
"