23 Şubat 2018

Dünyanın en zengin adamı ve inanılmaz rastlantıların filmi

Bir başyapıt değilse de ilgiyle izlenebilecek bir film

 

DÜNYANIN TÜM PARASI       X  X  X  ½
(All the Money in the World)

Yönetmen: Ridley Scott
Senaryo: David Scarpa
Görüntü: Dariusz Wolski
Müzik: Daniel Pemberton
Oyuncular:  Michelle Williams, Christopher Plummer, Mark Wahlberg, Romain Duris, Timothy Hutton, Charlie Plummer, Marco Leonardi, Giuseppe Bonifardi, Andrew Buchan

Amerikan filmi.

 

 

Alien- Yaratık’tan (ilk ve asıl film) Blade Runner’a, Thelma and Louise’den Gladiator’a efsanevi filmlerin artık 80 yaşına gelmiş (bir yıl var!) İngiliz kökenli yönetmeni Ridley Scott, son filmini farklı temalara adıyor. Üstelik çekim-sonrası yaşanan macera da filmi sinema tarihinde benzeri olmayan bir konuma getiriyor.

Önce o ‘macera’yı analım: film çoktan bitmiş ve gösterilmek üzereyken, ABD’deki ünlü ’cinsel taciz’ skandalı patlak verdi. Bu arada kadınlara değil ama genç erkeklere hayli yanaştığı anlaşılan (ki bunu konuk olarak geldiği bizim Antalya’da bile yapmıştı!) Kevin Spacey’in durumu ortaya çıktı. Oysa o filmin başoyuncularından biriydi.   

Bunun üzerine yapımcıların yönetmenden küçük bir şey talep ettiği öğrenildi: filmi elden geçirmek ve Spacey’li tüm sahneleri çıkarıp başka bir aktörle yeniden çekmek!... Filmi izlerken bu sahnelerin ne çok olduğunu görüyor ve yapılan işe şapka çıkarıyorsunuz!...

Üstelik bu çaba anlaşılan filmin lehine olmuş. 89 yaşında olan (1929 doğumlu), Kanada kökenli Plummer öylesine doyurucu bir oyun veriyor ki... Neredeyse filmin asıl kozu olup çıkıyor. Yönetmense “Spacey’in soğuk, mesafeli oyunu yerine Plummer’ın daha sıcak bir karakter yarattığını” belirtiyor.

Film özetle ünlü koleksiyoncu, adını taşıyan devasa bir müzenin kurucusu ve gelmiş-geçmiş en zengin adam olarak nitelenen Jean Paul Getty’nin ve onun kaçırılan  torununun öyküsü. Amerikalı Getty (1892- 1976) filmde gösterildiği üzere daha 1948 yılında ilk kez Suudi Arabistan’a ayak basıp Arap petrolünü Oil Company şirketiyle tüm dünyaya satan batılı iş adamı.

Bunun getirdiği zenginliği yıllar boyu, gerçek bir ilgiden çok parasını aşırı vergiden korumak için antik objelere, her türden önemli sanat eserlerine harcıyor. O görkemli müze de böyle oluşmuş. Ki içindeki eserlerin değeri bir milyar dolara yakın...  

Film aslında 1973 yılında Roma’da açılıyor. Yönetmen bize görkemli bir kaydırmayla ünlü Via Veneto caddesindeki inanılmaz kalabalığı ve canlılığı gösteriyor: müthiş sinemasal bir bölüm.

Orada fahişelerle söyleşen genç bir adam görüyoruz. Bu Jean Paul Getty 3’tür: yani ünlü multi-milyarderin torunlarından biri, rivayete göre de en sevdiği.

Ama biraz sonra genç adam bir avuç serseri tarafından kaçırılıyor. Ve ardından fidye isteme olayı başlıyor. İstenen para yüksek, ama dede Getty için hiç önemli değil.

Ne var ki yaşlı adam ödemeyi reddediyor. Ve özel koruyucusu, eski CIA ajanı Fletcher Chase’i olayın peşine takıyor.

Orada devreye genç adamın annesi giriyor: aradaki kuşağın, yani milyonerin oğlu Jean Paul Getty 2’nin eşi. Uyuşturucuya dalan kocasından ayrılıp kayınpederin parasına da göz dikmeyen ve çocuklarını mütevazi koşullarda yetiştiren Gail.

Gail zoraki biçimde dede Getty’le buluşmaya çabalarken, karşısında Fletcher’i buluyor. Ve onunla dost oluyor: belki yeni bir romans!...

Bu arada işin İtalyan lumpenleri olan failleri, kendi aralarında kavgaya girişiyorlar. Ve olay adli tarihe geçmiş olan gelişimini sürdürüyor.

Filmi Scott ustanın en iyileri arasında saymak mümkün değil. Çünkü bir yerden sonra bu kaçırma ve fidye hikâyesi, sinema ve TV’de çokça izlediğimiz birçok filmi andırıyor. Hayal çoğu zaman gerçeğin önüne geçer derler ya...

Yine de filmin hızla aktığını ve yer yer görkemli sinemasal bölümler içerdiğini kabul edelim. O baştaki kaydırma... Getty’nin antik eserlerle dolu evinin sanki bir korku filmi dekoruna dönüşmesi... Gail’in milyarderin evine gönderdiği 1000 gazetenin rüzgarla ortalığa dağılması...Yaşlı adamın acıklı sonu...

Ayrıca bu gerçek olaydan yola çıkarak sunulan insan ve para ilişkisi gerçekten ilginç. Gerçi sayısız film bu konuya değinmiştir: iki filmlik Wall Street- Borsa serisi, Citizen Kane- Yurttaş Kane gibi düşsel ya da The Aviator- Göklerin Hakimi (Howard Hughes), The Social Network- Sosyal Ağ (Marc Zuckerberg) gibi gerçek zenginlerin öyküleri...

Bu film daha da ötelere gidiyor. Paranın alabildikleriyle asla alamadıklarını en ilginç biçimde irdeliyor. Örneğin kendisine servetini soran bir gazeteciye şöyle diyor Getty: “Ne kadar paran olduğunu biliyorsan, gerçek zengin değilsindir”.

Bir yerde de şöyle diyor: “Bizler tıpkı size benzeriz. Ama aslında öyle farklıyız ki”. Ne var ki filmde dünyanın gelmiş-geçmiş en zengini olarak mali tarihe geçen adamın acıklı ve acılı macerasını izlerken, insan şöyle düşünüyor: “Aslında pekâlâ bize benziyor ve aynı acıları yaşıyorsunuz”...

İyi oyunlar veren Michelle Williams ve Mark Wahlberg’in yanı sıra, filmin parlayan oyuncusu elbette Christopher Plummer. Öylesine etkileyici bir portre çiziyor  ki... Çok uzun kariyerinde ilk kez 2009’da Oscar adayı olmuş, ancak ödülü ertesi yıl kucaklayabilmişti: Beginners adlı filmdeki yardımcı oyunculuğuyla...

Ve de Oscar tarihinin en yaşlısı olarak... Ayrıca yarım düzineyi aşkın ödül toplamıştı: Altın Küre’den BAFTA’ya... Bakalım bu yıl Oscar alabilecek mi!....

Şunu da ekleyeyim: Torunu rolündeki genç oyuncu Charlie Plummer, aynı soyadını taşısa da Christopher Plummer’ın akrabası filan değil!.. Bu da filmin içerdiği ayrı bir sürpriz, bir başka tuhaf rastlantı!..

Bir başyapıt değilse de ilgiyle izlenebilecek bir film.


Not: Haftanın bir diğer ilginç filmi olan BENİ ADINLA ÇAĞIR’ın eleştirisi ortakoltuk.com sitesinde.  

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"