22 Ocak 2016

Diriliş: Vahşi doğada iyilik ve kötülüğün savaşımı

Leonardo di Caprio’nun bu beşinci adaylığında Oscar heykelciğini kucaklamaması Oscar tarihinin en büyük sürprizi olacak

DİRİLİŞ (The RevenantX  X  X  X
Yönetmen: Alejandro Gonzalez İnarritu
Senaryo: Mark L. Smith, A. G. İnarritu
Görüntü: Emmanuel Lubezki
Müzik: Ryuichi Sakamoto,  Carsten Nikolai
Oyuncular: Leonardo DiCaprio, Tom Hardy, Domnhall Gleeson, Will Poulter, Forrest Goodluck, Paul Anderson, Kristoffer Joner / Fox filmi

 

Diriliş aslında Batı dillerindeki (dinsel inançlardan gelen) ‘resurrection- ölümden sonra diriliş- Bas-ül Bad- el Mevt’ kavramını andırıyor. Ama buradaki diriliş farklı. Ölmeden, ancak ölüm haline iyice yaklaşmış bir kahramanın yeniden ayaklanması ve hayata dönmesinin öyküsü bu…

Kahramanımız Hugo Glass, 1820’li yıllarda Amerika’yı dolduran, hemen hepsi Avrupa’dan göç etmiş ve kendilerine en azından servet, belki de yeni bir hayat getirecek olan herşeye dalmaya hazır maceraperestlerden biri…

Glass, avladıkları hayvanların derisini yüzüp otuzarlık paketler haline getiren ve bunu bir ticari metaya dönüştüren bir grupla birlikte, derin Amerika’da ölümcül bir serüvene atılmıştır. Uzaklardan gelen okların artarda can almasıyla başlayan ölümcül bir kızılderili saldırısına uğrar ve kaçarlar.

Ama Glass ayrıca şanssızdır: Yavrularını koruma peşindeki dev bir boz ayı onu pençeleri arasına alır ve iyice yaralayıp bırakır. Grup kaçmak zorundadır. Ve böylece, ölüm halindeki Glass, bir kızılderili kadından olan melez oğlu Hawk, grubun haşin savaşçılarından John Fitzgerald ve gencecik Bridger ile başbaşa bırakılır. Ancak Fitzgerald’ın inanılmaz hainliği, Glass’ı yeniden ölüm ve şiddetle karşı karşıya getirecektir.

Yılın en şaşırtıcı filmlerinden, Aralık’ın son günlerinde gösterime çıktıktan sonra başta Oscar, tüm ödüllerin sürpriz ismi olarak başlara yerleşen ve 12 dalda Oscar adayı olan Diriliş, geçen yıl Birdman’la film ve yönetmen Oscar’larını götüren Meksikalı İnarritu’nun son filmi. Hemen söyleyeyim: bu da çok iyi bir film. Ama bence Birdman’in tadı başkaydı!...En azından daha özgün ve  de şaşırtıcı idi.

Gerçek kişilerden yola çıktığı bildirilen film, klasik anlamda bir western. Uzun çekimleri, olağanüstü doğa kullanımı ve içerdiği şiddetle, klasik western’in başyapıtlarını ve ustalarını hatırlatıyor. John Ford, Howard Hawks, Anthony Mann ilk akla gelenler. Ama Sam Peckinpah’ın şiddeti eksik olmadığı gibi, örneğin Glass’ın bir şelaleyi yüzerek geçmesi de Cecil B. de Mille’in Unconquered- Mağlup Edilmeyenler adlı ve Gary Cooper’li western’ini akla getiriyor (De Mille’inki daha usta işiydi!).

Ama hakkını yemeyelim. Diriliş yine de iyi, çok iyi bir film. Ustaca yazılmış senaryosu, Emmenuel Lubezki’nin şahane görüntüleri, filmi türünün son dönemdeki en iyi örneği haline getiriyor. Bu konuda en azından Tarantino’yu aştığı söylenebilir!.

Filmin temel gücü, görsel yanı kadar hikayenin özgünlüğünden de kaynaklanıyor. Bu bir anlamda ‘egzistansiyalist bir western’. Burada Sartre ve Camus’nun bu söze yükledikleri felsefi içerikten çok, sözcüğün asıl anlamına dönüyorum.

Çünkü film, bir insanın inanılmaz koşulların içinden gelerek hayata dört elle sarılmasının, ölüm halinden çıkarak yaşama tutunmasının hikayesi. Bu konuda öylesine özel ve güçlü ki…Vahşi doğa kadar, insanoğlunun yapısındaki onulmaz kötülüğe karşı da savaşıyor Glass..Ve iradesiyle, inancıyla (elbette biraz da şansıyla!) ayakta kalıyor.

Bu arada filmin hayvanları kullanışı da olağanüstü. O dev ayılı ve ayni ölçüde devasa geyikli sahneleri kolay unutamayacaksınız. Ama hayvanseverler üzülmesin: bu sahnelerde görülenler gerçek hayvanlar değil!...Teknoloji artık hayvan kıyımını ve eziyetini önlemeye yeterli.

Bir şey daha var. Bu vahşeti ve bu kötülüğü dengeleyen… Glass’in kaderinin emanet edildiği üç kişiden biri olan gencecik Bridger öylesine vicdan sahibi ki…Hain Fitzgerald yüzünden yapmak zorunda olduklarının azabını sonuna dek sürdürüyor ve ilk fırsatta iyiliğin yanına geçiyor.

Ayrıca, o şiddet ve kaba güç çağında bile, yasayı ve nizamı temsil eden bir avuç insanın adaleti sağlamak için verdikleri çaba göz yaşartıcı. 200 yıl sonra çağdaş Türkiye’de, artık bukadarını bile bulamama duygusu içimize öylesine yerleşti ki…Neredeyse Vahşi Batı’yı bile arar hale geleceğiz!...

Leonardo di Caprio’nun bu beşinci adaylığında artık Oscar heykelciğini kucaklaması gerekir. Eğer olmazsa, bu Oscar tarihinin en büyük sürprizi olacak!...

Yarın: Gençlik

 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"