Evet, artık kesinlikle bellidir. AKP iktidarı altında yitip giden yalnızca iç birlik ve barışımız, hukuk ve adalete olan güvenimiz, hırsızlığın ve hırsızların herzaman ve her koşulda cezalanması konusundaki temel inancımız değildir.
Şu güzel ülkede hangi din, dil, kültür ve etnik kökenden olursak olalım, Cumhurun Başkanı tarafından ayni gözle görülüp ayni biçimde kucaklaşmamız umudu da değildir. Ki artık hiç unutulmayacak o ünlü “affedersiniz Ermeni” lafından (daha doğrusu gafından) sonra, bu zaten artık tümüyle geride kalmış bir beklenti olurdu.
Dış itibarımız ve dünyadaki güvenilirliğimiz hiç değildir. Nasıl olsun ki ‘Obama da artık Suriye ve Esad konusunda bizim politikamıza geldi” açıklamalarının hemen üzerine, Beyaz Saray’dan resmen bunun ‘yanlış’ olduğu ve ABD’nin Esad’ın gitmesi için parmağını bile kımıldatmayacağı açıklanmış bulunuyor. Bir kez daha, ‘kendi kendimize gelin güvey olma’ hikayesi. Ama kaçıncısı?
Asıl yitip giden: ülkenin kendisi
Tüm bunların ötesinde, hızla yitip giden bu ülkenin kendisidir. Toprağıdır, ormanıdır, denizi ve akarsuyudur. Orman köylüsünün son umudu, madencinin hayatta kalma çabası, doğa aşığının tek dayanağıdır. Kente inmeye zorlanan domuzdur, yok olan kuş türüdür, haince vurulan ceylandır, ayıdır, nesli tükenmeye yüz tutmuş hayvandır.
Bu ülkeyi insanlar için olduğu kadar hayvanlar için de ceheneme çevirmenin binbir türüdür. Birine acımayan öbürüne acır mı? Yüzyıllardır yuva bildiği çevreden kovulan bir hayvanın gözündeki acıyı görmeyen, madene işe değil sanki ölmeye indiğini hep hisseden emekçinin matemini anlayabilir mi?
Evet, geçen hafta sürekli Beylikdüzü’ne gelip giderken bunları düşündüm. Yıllar önce kentin uzak varoşları olarak rahat, tembel, doğaya gömülmüş sakin bir yaşam süren buralara ne olmuştu böyle? Tüm bu dev yapılar, bu gökdelenler, bu siteler, bu AVM’ler nasıl böyle mantar gibi bitmişlerdi? Hangi hain büyücünün eli buraları böylesine taşa ve betona boğmuştu?
Etraf çoğu yabancı isimli koca binalarla kaynıyordu. Okumaya çalışıyordum: Pasima, Galaxy, Platform Suites. Decathlon, Bimex, Carrefour, Breeze, Dogi, Tempur,Vetro, Gusto, Bauhaus, Rock Millenium. Ve daha neler neler...
Müteahhitlerin çağı
Devletin TOKİ’siyle onun cesaretlendirdiği, artık en gözde ve saygın meslek haline gelen müteahhitliğin, son zamanlarda reklamlara da çıkan ve yakında muhtemelen dizilerde de oynayacak önde gelen kahramanları, yok ettikleri ormanın, el koydukları yeşil alanın, içine ettikleri doğanın, kesip biçtikleri binlerce ağacın (ve bu arada tüm dinlerin kutsal saydığı zeytinliklerin) utancını hiç taşımadan, yeni müjdeler veriyorlardı: son yeşil ve boş alanlara yapılacak yeni siteler, kentin ruhuna aykırı gökdelenler, tarihine ters kutu binalar.
Hatta Bursa’ya bile, o eski Osmanlı evlerinin kendine özgü, insan ölçüsündeki ebatlarını ve kentin genelde buna saygı göstermiş çağdaşlığını hiçe sayan, göz tırmalamaya aday göktırmalayan binalar...
Ve o reklamcı baş müteahhit, TV reklamlarından bağırıyordu: 50 ay faizsiz ödeme diye..Herhalde elinde kalan onca daireyi başka türlü satamayacağını bildiği için...Ben denemesini yaptım: kolay mıydı, gökyüzünün bilmem kaçıncı katında, yerden, hayattan ve diğer insanlardan öylesine uzak, tam bir yalnızlık duygusu veren ve iç ürperten o dairelerde yaşamak?
Her yerde doğaya savaş açılmış...
Ama sorun elbette yalnızca bu değil. Doğaya karşı savaş, ülkenin her yerinde sürüyor. Ayni hızla, ayni hınç ve kararlılıkla... Soma veya Ermenek’teki maden facialarının ardından, yöredeki insanların son yaşam umutları, son ekmek kapıları da yok ediliyor: Soma’nın Yırca köyünde altı bin zeytin ağacının kesilmesi gibi...
İskenderun’un Sarıseki yöresinde, uluslararası Ramsar sözleşmesiyle koruma altına alınan sazlık alan AKP’li belediye tarafından satışa çıkarılıyor... Biga yarımadasında tam altı santral yapma projesi, 360 bin ağacı tehdit ediyor... Kaz Dağları’nın eşsiz yeşil dokusu, her gün bir başka maden tarafından biraz daha kemiriliyor.
İstanbul’da artık dönüşü olmaz bir yola girmiş üçüncü havaalanı ve üçüncü köprü, kuzey ormanları için hiçbir umut bırakmıyor. Fatih Parkı içindeki izi kalmamış ‘tarihi Firuzağa mescidi’nin yeniden yapılması projesi, güzelim parkı yok edecek gözüküyor. Yani Taksim’deki Gezi Parkı projesinin bir benzeri. (Yoksa rövanşı mı?).
Hala Taksim Kışlası inadı mı?
Ve Gezi Parkı demişken, hala o güzel eylemi yapan onurlu ve cesur insanlar hapis cezası tehdidiyle yargılanırken, İBB- İstanbul Büyükşehir Belediye’sinin 2015 yatırım planlarında ‘Taksim Meydanı Kentsel Tasarım ve Taksim Kışlası Restitüsyon projesi’ lafı yer alıyor. Sanki onca olay, onca ölüm hiç olmamış gibi...Dehşet verici bir durum!...
Ve artık denizlerimiz bile tehdit altında. Karadeniz sahili, Gürcistan’dan geldiği sanılan ‘İtdolanbacı’ adlı bir bitki tarafından kemiriliyor: ağaçları, tarım bitkileri, endemik türleriyle...Akdeniz ise giderek artan ‘zehirli balık’ türlerinin tehdidi altında...
Ve Beyefendi, Ak Sarayında gönül rahatlığıyla oturur ve artık Türkiye yetmediği için dünya tarihini de değiştirmeye çabalarken, sarayın yanı başına elbette o değişmeyen üçgenin, yani ‘rezidans, cami ve AVM’ üçlüsünün de inşa edileceği haberi geliyor. Ardından da Çamlıca’nın doğal ve turistik değerinin canına okuyan o dev cami için bilmem kaç milyona çıkacak bir ‘özel yeraltı tüneli’ projesi. Sadece o camiye geliş-gidiş için toprak oyulacak ve yeraltına inilecek!...
Ve bize de söyleyecek tek bir şey kalıyor. Allahım, sen bizi ve aklımızı koru. Ve ülkemizi bu çeteden bir an önce kurtar...