Bu hafta sinema durumu biraz karışık. Sinema yazarlarının büyük kısmı Adana festivalini izliyor. Onun için hemen hiç basın gösterimi yapılmadı. Yine de haftanın filmi sayılabilecek olan “Annem”i size –inşallah!-yarın yazacağım.
Öte yandan dün gece itibarıyla Filmekimi başladı. En İyiler tablosunu, benim de katılmamla bir avuç eleştirmen arkadaşımla saptadık ve bu liste, bilet satışından çok önce Hürriyet gazetesinde yayınlandı. Son yılların en iyi Filmekimi olduğunu belirtir ve olabildiğince izlenemenizi öneririm. Sonradan birçok kentte de yineleneceğini hatırlatarak...
Ben iki gün için gidip döndüğüm Mersin’den ayağımın tozuyla, kaç zamandır değinmek istediğim bir başka konuyu yazıyorum. Digiturk’ün son aylarda bizi şaşırtan, kızdıran ve isyan ettiren dizi politikasını.
Sinema yazarları olarak dizileri pek ciddiye almayız. Yine de TRT’nin 1974’de yayına başlamasıyla ilk kez karşılaştığımız dizi olayını o yıllarda nasıl heyecanla izlediğimizi hatırlarım. İster İster Dallas veya Columbo gibi yabancı diziler olsun. İsterse bizden ilk Aşk-ı Memnu olsun. Nasıl tiryakisi olmuştuk...
Bu sonraları da sürdü. TRT’de örneğin Perihan Abla, İkinci Bahar gibi dizileri tutkuyla izledik. Çok sonraları gelen CNBC-e kanalı ise yakın denebilecek yıllarda bizi kendisine bağladı. Ve de 24 ya da Prison Break gibilerinin tiryakisi olduk.
Ama ülkemizde çok şeyde olduğu gibi kanallarda da istikrar ve devamlılık yok. Örneğin bir dönemde sayısız eve giren ve sinema ihtiyacımızı dolduran Cine 5, kötü yönetilerek iflas bayrağı çekip sonunda eridi gitti. Oysa aynı dönemde Fransa’da aynı model üzerine kurulan Canal + hala ayakta: Fransız sinemasının en büyük destekçilerinden de biri olarak..
Benzer biçimde, NTV kendi kuruluşu olan CNBC-e’nin arkasında duramadı. Bu kanalı kapatıverdi. Onca anımızı da birlikte götürerek....
Sonra, malum, Digiturk geldi. Ve bize Batı’dan yepyeni diziler sundu. Bunların da tiryakisi olduk. Hepsinin değil: ne Dr. Who’dan Gotham’a aşırı fantezi bilim-kurguların, ne de gözde Game of Thrones’daki yine bence aşırı tarih sömürüsünün...
Ama özellikle insanı ve insana dair çok şeyi özgün biçimde ele alanların...Ve de o birinci sınıf polisiyelerin. Çocukluğumda da gözde kitaplarım ‘kibar hırsız’ Arsen Lüpen, Şerlok Holmes vb. kahramanlar ya da Agatha Christie romanları olmuş değil miydi?
Böylece Blue Bloods, The Mentalist, Law and Order, NCİS, daha yakın zamanda Lethal Weapon gibilerine bağlandık. Yıllardır süregelen ‘hastane dizisi’ Grey’s Anatomy’ye de...
Sonra bir akşam üzeri saat 6’da karşımıza Code Black geldi. Yine bir hastane dizisiydi. Ama öylesine dram malzemesi, öylesine bir insan hayatını kurtarma çabası, öylesine parlak bir oyunculuk gösterisi içeriyordu ki...Neredeyse favorimiz oluverdi.
Ardından Chicago Med ve benzer bir ekipten Chicago Justice geldi. Biri yine hastane, öbürüyse adalet kavramı üzerine çok düzeyli iki dizi.
Böylece Digiturk bence bu alanda zirveye çıktı. Ve bize mutlu saatler yaşattı.
Sonra kurum satıldı. Sanırım Dubai sermayesine...Adı değişip beİN Media Group oldu. Ve bu arada yaz sezonuna girildi. Bütün o sevdiğimiz diziler yok oldu. Ve sonsuz tekrarlar başladı.
Arada küçük sürprizler oluyordu yine de...Örneğin mini-diziler. Böylece The Night Of veya Big Little Lies’ın kokusunu aldık: kadrolarının da desteğiyle...Ve keyifle izledik. İkisi de Emmy’lerde malı götürdüler!...
Ama yaz çoktan bitti. Ve yeni sezon hızlı biçimde başladı. Özellikle yerli diziler. Onlarcası seyirci avına çıktı. Ve büyük reklam kampanyalarıyla duyruluyorlar.
Kendi adıma, bu yaştan sonra yerli dizilerin genelde yapay dünyasına dalmayacak ve her bölümü ortalama iki saat süren mantığıyla benim zaten azalmış zamanımı esir almasına izin vermeyeceğim.
Ayrıca Digiturk’e rakip olabilecek kanallar da büyük atılım içinde. BlueTV ya da Netflix sürekli seyirci çalıyorlar. Böyle bir ortamda Digiturk’un hareketsizliği bir tür intihara benzemiyor mu?
Digiturk artık bize o güzelim dizileri yeni bölümleriyle sunmaya başlasın. Filmlerinde atılım var gerçi, iyi filmler gösteriyorlar. Ama bizim gibi sinemayı günügünü izleyenler için bunun pek önemi yok.
Lütfen bize o dizileri geri verin. Artık ödül almışları üstüste üçüncü-dördüncü kez göstermekten veya bunca yıl sonra hala Two and a Half-Man’i tekrarlamaktan vazgeçip sevdiğimiz dramların ya da Mom türü hoş komedilerin yeni bölümlerini sunun.
Ve böylece, şu tatsız günlerde hayır-duamızı alın. Yoksa “Niye Digiturk’ten çıktın bakalım?” diye politik soruşturmalara uğramak pahasına da olsa, sizlere veda edeceğiz!...
Yarın: ANNEM