05 Mayıs 2017

Denizaltını fetheden adamın öyküsü: Cousteau

Film yer yer belgesele dönüyor, yer yer de büyük aile dramına

 

DERİNLERE YOLCULUK     X  X  X 1/2

 (L’Odyssee/ The Odyssey)


Yönetmen: Jerome Salle 
Senaryo:
 J. Salle, Laurent Turner
Görüntü:  Matias Boucard
Müzik: Alexandre Desplat
Oyuncular: Lambert Wilson, Audrey Tautou, Pierre Niney, Laurent Lucas, Benjamin Lavernhe, Vincent Henehine, Roger Van Hool/ Fransız filmi

Fransız filmi

 

Denizaltı araştırmaları denince akla gelen ilk adlardan biri Fransız Jacques-Yves Cousteau’dur (1910- 1997).     Bizde kısaca Kaptan Cousteau diye tanınan bu deniz subayı ve okyanusların yorulmaz sevdalısı, bir döneminde kabaca “Cebel-i Tarık boğazındaki sıcak ve soğuk su akıntıları birbirine karışmıyor, bu olaydan Kur’an kitabında da söz ediliyor” dediği için bizim medyada “Cousteau müslüman oldu” diye yorumlanmıştı, Geçerken, bu ilginç anekdotu hatırlatalım!...

Kendine özgü yönetmen, Anthony Zimmer, Largo Winch, Zulu- Suç Şehri gibi bir avuç filmle dikkat çekmiş Jerome Salle’ın bu son filmi, adı bilimsel gerçeklerden yola çıkıp biraz efsaneleşen bu adama ve ailesine özenle yaklaşan bir çalışma. 1940’ların sonlarından itibaren, onun yaşamından kimi bölümler izliyoruz.

Cousteau denizlerin ve denizaltı yaşamının tanınmasına kendini adamış, denizaltı arkeolojisini kurmuş bir kişilik. Bunun için, 1950 yılında eski bir İngiliz maden arama gemisini alıp büyük para harcayarak yeniliyor. Ve ortaya efsanevi Calypso gemisi çıkıyor

Yanında öncelikle vefalı eşi Simone ve oğulları Philippe ile Jean-Michel olmak üzere ailesi, sonra yeterli dalgıç ve mürettebatla birlikte tüm denizlerin dibini tarıyor.

Bunları yaparken, sürekli maddi sorunlarla boğuşuyor. Ve hep sponsor peşinde koşuyor. Bir özelliği, yaptıklarını filme almayı akıl etmesi. Hem de baştan itibaren...

Böylece bu filmin de dayandığı birçok belge oluşuyor: filmler, kitaplar, TV yapımları, resim albümleri. Ve para yağıyor. Ama o asla hesabını-kitabını bilmeyen biri  olduğu için, bu mali sorunları hep var olacaktır. Sonuna dek...

Film yer yer belgesele dönüyor, yer yer de büyük aile dramına. Öncelikle karısıyla ilişkisi tuhaf. Baştan beri hep yanında duran, zor günlerde tüm mücevherlerini veren ve Calypso’yu evi yapan Simone’u (üstelik eşsiz Audrey Tautou oynuyor!) her fırsatta aldatıyor. Fransız değil mi ya!... 

Daha beteri, oğullarıyla ilişkisi. Onları çok seviyor, ama bunu gösteremiyor. O klasik baba-oğul çatışması sürekli var. Daha yakın  olduğu Philippe’i pilotluğa itiyor. Ama bu da ilerde başka bir trajediye yol açacaktır.

Böylece filmde belgeselle dram birbirine karışıyor. Son büyük yolculuğu olan Kuzey Kutbu/ Antarktika macerası belki görsel açıdan en doyurucu olanı.

Dramatik olarak ise, Cousteau’nun uzun süre idealize edilmekten çıkarılıp hep para peşinde koşan maddiyatçı biri olarak gösterilmesi şaşırtıcı. Ama galiba gerçek de bu...

Ne var ki daha sonraları yaptıkları işin, tüm o yolculuk ve keşiflerin ardında yatan çevre sorunlarını ve bunların küremizin geleceği için yaşamsallığını daha iyi kavrıyor. Ve kendisini daha çok buna adıyor. Özellikle Philippe’in etkisiyle...

Benim kuşağım bu hikayeyi 1956 yapımı Le Monde du Silence- Sessiz Dünya filmiyle tanımıştı. Saray sinemasında gördüğümüz film, Louis Malle ve Cousteau tarafından yönetilmişti ve çok etkileyiciydi. Kendi adıma yıllar sonra tüm bunları anmaktan büyük keyif aldım. Umarım siz de seversiniz. 

Bu arada Cousteau’da hep iyi oyuncu Lambert Wilson ve Philippe’de yeni kuşağın parlak ismi Pierre Nimey’edikkatinizi çekerim. Audrey Tautou’nun ise rol gereği karşımızda acımasız biçimde yaşlanması hüzün verici!...

 

YARIN: GERÇEĞİN İKİ YÜZÜ ve SAPLANTI

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"