Evet, orada gözümüzün önünde çürüyüp gidiyor. Hergün önünden binlerce insan geçtiği halde, en azından yarısından fazlası hüzünle bakıp iç çektiği halde, kimse birşey yapmıyor, yapamıyor. Ve her geçen gün ya içindeki değerli malzeme, yığınla dekor, sanki duvarlara sinmiş anılarla birlikte alınıp götürülüyor, ya da dışından bir taş daha eksiliyor, bir duvar daha yıkılıyor, binanın ömrü biraz daha kısalıyor. Bir vandalizm ki, sormayın gitsin.
Oysa yapımı uzun yıllara yayılmış, Türk mimarisinin, İstanbul kültür hayatının ve operası, balesi, tiyatrosu, sergi salonları ve hatta küçük sanat sinemasıyla tüm güzel sanatların 20 yıl boyu özlemle beklediği ve açılınca son derece mutlu olduğu bir kültür yuvası ortaya çıkmıştı.
Gerçi açılışından kısa süre sonra bir yangınla perişan olmuştu: demek ki kara talihi hiç peşini bırakmıyordu ve bırakmayacaktı. Ama ulusal irade hemen devreye girmiş ve büyük Atatürk’e adanan bu önemli yapıyı onarmıştı. Artık ömrü tüm dünyadaki benzerleri gibi, neredeyse ölümsüzlüğe uzanabilirdi.
Ama öyle olmadı. Kente illa da kendi damgasını vurmak isteyen bir iktidar, hem de ülkenin en büyük sermaye gruplarından birinden yeterli bütçe sağlandığı halde, onarımı durduruverdi. O günden beri de –iki küsur yıldır- bina kaderine terkedilmiş duruyor. Önü Taksim’e nizamat getirmek isteyen bir zihniyetin vurucu polis gücü tarafından parsellenmiş, otoparkı işlevini yitirmiş, sanki savaş sonrası bir kentin yıkık-dökük operası gibi. Ama pardon, tüm o kentler savaştan sonra öncelikle o opera binalarını onarmış değil miydiler?
Arada bir hatırlayan çıkıyor. En son Tiyatro Eleştirmenleri Derneği eski başkanı Üstün Akmen dostum, yıkık binanın bir köşesinin komşu Gezi Pastanesi tarafından işgal edildiğini ileri sürdü, kanıtları verdi ve ilgili koruma kurullarını göreve çağırdı. Ve olaya tepkiler çığ gibi büyüdü. (Cumhuriyet, 23 Mart). Ama sonuç?
Aslında Türkiye normal bir ülke olsa ve İstanbul’un sorunları, başta Kadir Topbaş kentin gerçek yöneticileri tarafından çözümlenebilse, hiç bunlar olmayacak. Topbaş’ın mimar kimliği sanırım bu kültür cinayetine de karşı çıkacak, Taksim meydanının çirkin bir beton alan olarak kalmasına da... İkide bir sözünü edip uygulamaya geçemediği Yeni Taksim projesinin Gezi Parkı’nda süregelen terkedilmişlik hissini de silip atması, o eski usul alçak parapetleri onarması, etrafa dağılmış eski heykelleri toparlaması, yeşili güçlendirmesi gerekiyor. Yanıbaşında AKM’yi de kurtaracak bir atılımla birlikte...
Ama artık her şeyi, ama her şeyi bizzat eline almak istediği her gün, her olayda ortaya çıkan ve İstanbul Belediye Başkanlığı'ndan gelen bir Cumhurbaşkanı'yla, bu mümkün mü?
Bence yaklaşan seçimlerin ışığında, başta CHP tüm muhalefetin şehircilik konularında da programını açıklaması ve seçmene vaadlerde bulunması gerekiyor. Örneğin bence, CHP’nin kültür komisyonlarının geleceğe dair sözler vermesi şart: AKM’nin mutlaka onarılacağı, Gezi Parkı’nın gerçek bir park olacağı, tüm meydanlarımızın –Aksaray’dan Beyazıd’a, Üsküdar’dan Kadıköy’e- eski hallerine dönmeyi ilke edinen gerçek bir meydan olacağı... Boğaziçi’nin imara açılmayacağı, kuzey ormanlarının, başta Terkos gölü su havzalarının gözümüz gibi korunacağı, o korkunç Kanal İstanbul projesinin iptal edileceği... Sahillerin yapay biçimde doldurulup meydan kazanılmasından vazgeçileceği...
Ve benzeri konularda güven veren, doğayı ve tarihi korumaya, kentlerin oluşmuş kimliklerini güvence altına almaya dönük vaadler...Seçmen olarak bunu hak etmiyor muyuz?
SİYAD’ın yeni yöneticileri
SİYAD- Sinema Yazarları Derneği, ödül gecesinin hemen ardından olağanüstü genel kurulunu yaptı. Eski başkan Alin Aşçıyan’ın istifasıyla bir kriz yaşayan ve Melis Behlil’in geçici başkanlığıyla yürüyen dernek, yeni yönetim kurulunu seçti.
Aslında yönetime pek talip çıkmayacak gibi gözüküyordu. Ama son günlerde bir grup arkadaşımız örgütlendi ve aday oldular. Toplantıda eski isimlerin bulunduğu bir diğer grubun da aday olacağı sanılıyordu. Ama o arkadaşlarımız son dakikada vazgeçti. Sanırım yepyeni ve hevesli genç arkadaşlara bir şans tanımayı uygun buldular.
Seçimden sonra yeni grup görev dağılımı yaptı. Böylece SİYAD artık akademisyen Tül Akbal Süalp’ın başkan, Birgün yazarı Cüneyt Cebenoyan’ın başkan yardımcısı, Kaya Özkaracalar’ın genel sekreter, Yusuf Güven’in sayman ve Yeşim Tabak’ın basınla ilişkiler sorumlusu olduğu bir ekip tarafından yönetilecek. Okan Arpaç, Senem Erdine, Ayla Kanbur, Gözde Onaran, Ceylan Özçelik de yedek üyeler oldu.
Bence en önemlisi, eski genel sekreter Deniz Yavuz’un ilk kez kurul dışında kalması oldu. Bilenler bilir; asıl görev genel sekretere düşer. Ve onlar kolay değişmezler. Örneğin SİYAD’ın uluslararası karşılığı olan FİPRESCİ’de kimbilir kaç başkan gelip gitti. Ama Alman dostumuz Klaus Eder’in sekreterliği değişmedi; çeyrek yüzyılı aşkın zamandır...
O açıdan, Deniz’e öncelikle hepimiz teşekkür etmeliyiz: bunca yıldır derneğin ve gecelerimizin kahrını çektiğ için... Ve genel kurulda da söylediğim gibi, yeni yönetim kurulu da özellikle SİYAD törenleri için ona danışmayı, ondan yararlanmayı asla ihmal etmemeli,