Evet, Cüneyt Arkın... Benden sadece iki yaş büyük, dolayısıyla tüm hayat serüvenimizi koşut biçimde yaşadığımız bir oyuncu, bir star, bir Yeşilçam ilahı... Hem zaman, hem de coğrafya olarak yakın olduk: İç Levent'teki evleri hem 4. Levent'te, hem de sonradan Ulus'ta oturduğumuz evlere öylesine yakındı ki... Hatta arabayla giderken yolumuz hep evlerinin önünden geçerdi. Uzun zamandır orada değiller; nerede oturduklarını da doğrusu bilmiyorum.
Aslında gerçek anlamda yakın olmadık. Benim sinema yazarlığım Yeşilçam efsanesinin sonuna denk geldiği için, en çok... Tüm Yeşilçam'da birlikte resmimiz olmayan birkaç kişiden biridir, ama talih yine de bizi yaklaştırdı. Belki en çok Vatandaş Rıza filminin kaba senaryosunu bana yollayıp 'ince' bir senaryo yazmamı önerdiğinde...
Senaryo yazmayı hep istemiş, ancak hiç yapamamışımdır. Ama önüme gelen hiç bana göre değildi; bu yüzden kabul etmedim. Ama bu sevgili Agah Özgüç'ün diline düşmeme ve kitaplarında o filmin senaryo yazarı diye beni göstermesine engel olmadı!.. Ve bu yanlışı hiç düzeltemedim. Ayrıca Attila İlhan kültür salonundaki bir törende karşılaşıp konuştuğumuzu hatırlıyorum. En son onun için çekilen bir belgesele de teklif üzerine konuşmuştum, ama o film ne oldu bilmiyorum.
Ve şimdi önümüzde bir kitapçık... Benim Kahramanım Türk Halkıdır. (Kırmızı Kedi, ikinci basım). Onun bir tür anı kitabı. Kendine özgü, kısa kısa (yer yer biraz daha uzun) notlarla yazılmış; kronolojik olmayan, oradan buraya çekirge gibi sıçrayan anılar. Ama yine de ilginç. Ve okunmayı hak ediyor.
Doktorluğuyla Yeşilçam'ı karşılaştırmaları, çocukluğunu anması, ilk aşklarını yad etmesi, kimileri beş-altı satırı geçmeyen notlarla veriliyor. Türk Atı, Bir Ayı Hikâyesi, Bıyığını Kaybeden Sanatçı, İpte Asılı Bir Gece, No Problem, 150 Karılı Cüneyt Arkın gibi bölümleri tek sözcükle matrak... Türkan Şoray, Emel Sayın veya sadık eşi Betül'e ayırdığı daha uzun bölümler çok sempatik... Canlandırdığı tüm o sözüm ona tarihsel figürlerle dalga geçmesi de ayrı...
Bir hoşluk da Kemal Sunal'la ilgili. Ona dair öyle sevimli anekdotlar sunuyor ki... Örneğin şu: "Kemal Sunal sevmediği bir adamı anlatıyordu: 'Öyle görmemiştir ki, çocuklarının oyuncak arabalarına özel şoför tutar!'" ya da şöyle: "Kemal Sunal günümüzün Nasreddin Hoca'sıdır. Çok zeki bir sanatçıydı. Onunla beraber olmak, konuşup şakalaşmak çok hoşuma giderdi.
Bir gün Hilton'un lobisinde oturuyoruz. Gözü bir yere takıldı. Baktım, 60 yıllık müzik birikiminin üzerine çökmüş, Lübnan'dan, Arap'tan yürüttüğü şarkılarla bir anda meşhur olmuş bir arabeskçiydi. Asansöre bindi, yukarı çıktı.
Kemal Sunal 'Bu herif gibiler' dedi; 'ancak asansörle yükselir!'"
Böylece Sunal gibi gerçek hayatta da bir espri kumkuması olduğu anlaşılan bir idol, bu yanıyla birazcık da olsa ortaya çıkıyordu. Belki gerçek bir Kemal Sunal biyografisini beklerken...
Bir SİYAD töreni: Sağdan ikinci Kemal Sunal (Emek sineması, 1978)
Bu arada, T24 konuk yazarı Nazar Büyüm geçen günkü yazısında Arkın'ın yer aldığı, benim de çok sevdiğim (ve 100 Yılın 100 Türk Filmi kitabıma aldığım) 'emek destanı', Yavuz Özkan filmi Maden'i kitabında küçümseyici biçimde andığı için onu eleştiriyor. Ama biraz abartarak... Dediğim gibi, kitabın çok ciddi, siyasal ve ideolojik iddiaları yok. Ve bugün 85 yaşındaki bir büyük idol, böylesi bir öfkeyi bence hak etmiyor.
Uğur Vardan çocukluğuna bakıyor
Bir kitap daha... Bu da çok iddiası olmayan, ama rahatça okunan ve kendine özgü bir sempati ışığı içeren bir çalışma. Bu kez sinemanın karşı cephesinden, yani eleştirmenlik tarafından geliyor. Ama sinema üzerine değil, daha kişisel ve içe dönük bir okuma egzersizi sunarak...
Uğur Vardan, Necati Sönmez ve Murat Özer'le...
Evet, sevgili dostum Uğur Vardan'ın kitabından söz ediyorum: "Çelişki Bilmez Lezzet'in Geçmiş Zaman Maceraları" (Çınar yayınları). Uğur dört bölümlük kısa ve bol çizimli kitabında geçmişine dair ipuçları veriyor bize... Saç Çizgisi bölümü annesine adanmış. Ve şöyle açılıyor:
"Adı Uğur'du, ama arkadaşları ona Lezzet derdi. Çünkü olan biten her şeyi lezzetli ya da lezzetsiz diye tanımlardı."
İşte böyle... Ve bu bölümde, bir saç kestirme serüveni içinde tüm bir aile tasviri, bir çocukluğunu anma olayı gerçekleşiyor.
Uğur Vardan, Murat Erşahin, Olkan Özyurt ve Burak Göral'la...
İkinci bölüm, Ama Ben O Filmi Gördüm! ise Lezzet'te sinema sevgisi denen şeyin doğuşu üzerine... Burada okul anıları ve öğretmenlerle ilişkiler var. Bu arada The Wizard of Oz (bizde Billur Köşk diye oynamıştı), Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler gibi filmler anılıyor ve yıllar sonraki mesleğine atılan ilk küçük, ama yaşamsal adımlar anlatılıyor. Özellikle de daha o yaştayken annesinden gelen o inanılmaz 'eleştirmenlik övgüsü' çok dokunaklı. Yani biz eleştirmenler için!..
Üçüncü bölüm olan Arkadaşım Fa, Arkadaşım Re, Arkadaşım Fare, kedi sevgisiyle açılıp fare ve giderek tüm hayvanları sevme huyunun bir açılımı. Sanki Ahmet Hakan'ın 'Sekter tutkusu'nu hatırlatan... Son bölüm olan Ve Top Direkte Patladı, Uğur'un bir diğer yanı olan (ki bilenler bilir) futbol sevgisinin ve genel spor merakının bir başka sunumu. Ki tüm eleştirmenler arasında sinema ve spor tutkusunu böylesine eşit paylaşmış bir başkası yoktur!..
Kitap bence Uğur'un tüm kişiliğinin mütevazi de olsa bir yansıması. Onun belli ölçüde nahif, hep gülmeye ve gülümsemeye hazır alaycı yanlarını da temsil ediyor. Dilem Serbest'in büyük bir serbestlik içinde (bazen çift sayfayı bile dolduran) çizgileri, kitabın naifliğini destekliyor. Öyle ki, büyük torunuma da vereceğim: hem filizlenme halindeki sinema sevgisine, hem de biraz aksayan okuma merakına hizmet eder umuduyla...
Ama elbette Uğur'dan daha kapsamlı anılar da beklemiyor değilim. Özellikle onunla ortak bir yanımızı da anarak. İkimiz de mimarlık okuduk ve mimar olduk!.. Ama ne yazık ki o sinema virüsü bu mesleği bize yasakladı. Yine de, 1980'li yılların ortalarında, Uğur'un mimarlıktan arkadaşı olan Ufuk adlı bir gençle birlikte beni bulup konuştuklarını ve sinema yazarlığını söz konusu ettiğimizi hatırlıyorum. Yıllar sonra sonra o da benim yolumu izledi. Ufuk'un tersine... Umarım ki bunlardan beni suçluyor değildir!..
Yazarlar Uğur'suz olur mu?