CANNES
Cannes’da Altın Palmiye için karşımıza gelen son filmler pek de başarılı sayılamazdı. Her nekadar kimileri seyirciyi ve eleştirmenleri bıçakla keser gibi ikiye bölse de...
Örneğin Çinli usta, Tayvan sinemasının en tanınmış ismi Hou Hsiao-Hsien’in (geçenlerde de yazdığım gibi Hu Şa Şen okunuyor) son filmi Assassin- Katil gibi...Genelde çağdaş Çin insanının yüreğine uzanan büyük psikolojik ağırlıklı filmler yapan yönetmenin bu kez Çin tarihine eğilmesi ve o ünlü ‘döğüşlü filmler”den birine el atması, pek iyi olmamış. 7. yüzyıldan 9. yüzyıla uzanan ve Çin tarihinin karanlık hanedan kavgalarında dolanan filmi ne konu olarak izlemek, ne de o özenilmiş, ama alabildiğine yapay Çin usülü döğüşlerden zevk almak kolay değil. Aykırı eleştirileriyle hep olay yaratan Liberation gazetesi gerçi filmi Altın Palmiye için uygun buldu bile...Ama bu görüşün paylaşılacağını pek sanmıyorum.
Audiard’ın son filmi
Bu yıl aslan payını hem de hiç hak etmediği halde alan Fransız sinemasının yarışmadaki son iki filmi de görece olarak olumlu karşılanmadı. Özellikle bol ödüllü Un Prophete- Yeraltı Peygamberi ve en son Pas ve Kemik gibi bizde de ilgi gören filmlerin usta yönetmeni Jacques Audiard’ın son filmi Dheepan, bu kez Sri Lanka denen talihsiz ülkenin özgürlük için savaşan Tamil azınlığına eğiliyor ve yolları Paris’e düşen üç Tamil insanının, bu çok farklı toplumdaki serüvenini anlatıyor. Yani bizim Suriyeli göçmenler sorununa benzer biçimde...Tümüyle tanınmamış gerçek Tamilli ve amatör oyuncuların oynadığı film ilginç, ama tümüyle doyuran bir büyük film değil.
İki Fransız devi yanyana
Bir diğer Fransız filmi, İngilizce adlı Valley of Love- Aşk Vadisi ise en azından ‘ünlüler’ açısından bu sıkıntıyı yaşamıyor. Nasıl yaşasın ki, iki büyük Fransız ikonu, Gerard Depardieu ve İsabelle Huppert, Loulou adlı filmden tam 35 yıl sonra ilk kez birlikte oynuyorlar. Ve bizlere uzaklarda, ABD’de intihar eden oğullarının önceden düzenlediği gizemli bir buluşma için bu ülkeye gelen bir Fransız çiftinin hüzünlü hikayesini sunuyorlar.
Oyuncuların büyüsü elbette önemli: sinemanın en büyük ve gizemli dayanaklarından biri değil midir bu? Depardieu- Huppert çifti de bu mucizeyi yineliyor. Ve orta kuşak yönetmen Guillaume Nicloux’nun filmindeki ikisi de oyuncu ana-baba kimliklerini bir eldiven gibi kişiliklerine geçiriyorlar.
Ama yine de yetmiyor. Ve bu matem filmi, içerdiği belli ölçüdeki Amerikan eleştirisine ve ABD- Avrupa kültürleri çelişkisine rağmen, tam olarak doyurmuyor.
Depardieu’den itiraflar
Burada da basın toplantısı elbette başka bir olay. Ve orada o iki devin gerçek yüzü ortaya çıkıyor. Huppert alaycı, sözcüklerini özenle seçiyor, uzun ve yer yer kitabi cümleler kuruyor. Depardieu ise aşırı kilolarıyla artık bir tür insan azmanı!...Değişen fiziği, onu alıp o jön günlerinden bir tür Quasimodo’ya dönüştürmüş. Konuşması ise dağınık, ama keskin esprilerle ve bir tür öz alay faktörüyle büyüleyici.
İkisi de bir aylık ABD çekimlerinin bir tatil gibi rahatça geçtiğinde birleşiyor. Huppert ekliyor: “Ama bu rahatlığa erişmek için kaç uzun yıl gerekiyor!”: Depardieu ise dev cüssesinden beklenmeyen bir ataklıkla ve sürekli değişen yüz ifadeleriyle, sanki bir tek kişilik skeç sunuyor. Ve kimi ustaları anarak kariyerini özetliyor. Ama artıkakşamlarını en çok TV serilerini ve de Bruce Willis filmlerini izleyerek geçirdiğini de itiraf etmeden duramıyor!...Fransız sinemasının zirvesindeki aktör de bunu yaparsa!...