BUNLARI MUTLAKA YAZMALIYIM!
Bravo Cüneyt Özdemir
Cüneyt Özdemir’in Kanal D ana haber sunuculuğunu önceleri biraz kuşkuyla karşıladım. Onu sevmediğimden değil, tersine haberci olarak da, yazar olarak da hep ilgiyle izlemişimdir. Daha çok, ilk bölümlerde illa da özgün olmak için asıl haberlerin çevresinden dolanıp farklı şeyler sunduğu ve bunları belki haberlerin dışında, özel programlarda verilmesi gereken uzunlukta hazırladığı için...
Ama kısa zamanda bu önyargılarım değişti. Çünkü Özdemir haberciliğe unutulan, en azından Mehmet Ali Birand veya Ali Kırca gibi ustalardan sonra unutulan çok önemli bir şey getirmişti: haberleri sadece sunan değil, tüm ruhu ve bedeniyle de hisseden, onların özüne nüfuz etmeye çalışan, söz kalabalığının ve görüntü yağmurunun ardındaki gerçekleri seyircisine geçirmeye çalışan bir haberci...
Ve birçok durum ve olayda, onun kendine özgü hakkaniyetli, çağdaş ve gereğinde iğneleyici yorumları, belki asıl haberin bile ötesine geçen bir nitelik kazandı.
Böyle haberciliği nasıl özlemişiz!... Cüneyt bize bunu hatırlattı. Ve zaten bunca kalabalık bir TV panoramasında, aslında hemen hepsi işlerini gayet iyi yapan, Türkçe telaffuzlarından seyirciyle diyaloglarına birçok şeyi belli bir düzeyin üzerinde gerçekleştiren o geniş zümre içinde, şimdiden ön plana geçti. Umarım bu başarısı hep sürer...
Beni çok sevindiren haber
Son günlerde beni en çok sevindiren haberlerin başında, belki çok kişisel olan biri var. Yine de okurlarımla paylaşmak istediğim...
Ben İzmir’in Karşıyaka ilçesinde doğdum. Doğduğum ev, eski adıyla Şayeste sokağında, mübadelede Rum’lardan geride kalmış bahçeli, güzel bir yapıydı. O evde ve bahçede çocukluğumun en güzel günleri geçti, kişiliğimin önemli tohumları atıldı.
Ev devlet memuru olan babamın eline nasıl geçmişti, onun ailesi de Yanya’dan göç ettiğine göre bir ‘becayiş’ mi olmuştu, yoksa ucuza mı ona satılmıştı? Kendi kişisel maceram içinde bunları sorup öğrenmeye zaman bulamadım: hep büyük pişmanlık duyduğum şeylerden biri...
Ama 1948 yılında, sırf beni Galatasaray’da okutmak için o evi haraç-mezat sattıklarını ve daha mütevazi bir hayata razı oldukları İstanbul’a gelip yerleştiklerini biliyorum. Bundan dolayı onlara hep büyük gönül borcum olduğunu da...
O ev sonradan (tam olarak 1966’da) bir sinema oldu: Efes sineması. Kadere bakar mısınız? Ben İstanbul’da beni eninde-sonunda sinema yazarlığına getirip demir attıracak bir büyük macera yaşarken, doğduğum ev de sinema oluyor!... Gidip görmüş ve çok mutlu olmuştum.
Ama o sinema da bizdeki ünlü bunalımlardan birinde pes etti. Ve güzel. salonunu Devlet Tiyatrosu’nun bir sahnesine dönüştürdüler. Bu da beni çok mutlu etmişti: tiyatro da neredeyse sinema kadar sevdiğim bir sanattı.
Sonraki adıyla Ragıp Haykır sahnesi de iki yıl önce kapandı. Ama şimdi yine Devlet Tiyatrosu tarafından yeni baştan, modern bir tiyatro salonu olarak yapılacak. Ve benim hayata adım attığım ev ve ilk çocukluk heyecanlarıyla birlikte, köşesindeki Sümer sinemasında yedinci sanatla ilk kez tanıştığım, bir ucu çarşıya öbürüyse demiryoluna açılan o güzel sokak, Karşıyaka’lı sanatseverlerin tiyatro ihtiyacına mekan olacak. Sevinmez miyim?
Bir ödülü reddedebilmek
Bir ödül almaktan daha güzel ve saygın ne vardır? O ödülü reddedebilmek...Kuşkusuz uygun bulmadığınız kişi ve koşullardan süzülüp geliyorsa...
Elbette bu kolay iş değildir. Çünkü ödülü herkes sever. Ben bile en son Tüyap’ın onur yazarı seçildiğimde çocuk gibi sevindiğimi ve bu sevinci de biraz aşırı gösterdiğimi düşünüyorum!
Ama reddedenler de var. Hemen akla Nobel’ini kabul etmeyen Jean-Paul Sartre geliyor. En son örnekse yine Fransa’dan. Bu kez ekonomist Thomas Piketty, devletin en üst ödülü olan Legion d’Honneur nişanını kabul etmemiş.
François Hollande’ın politikalarını sürekli eleştiren sosyalist Piketty, gerekçesini şöyle açıklamış: “Kimin onurlu olduğunu belirleme yetkisinin devlette olmadığını düşünüyorum. Fransız devleti Fransa ve Avrupa’daki büyümeye odaklanırsa daha iyi olur”.
İşte böyleleri de var.. Devletten gelen her ödüle balıklama dalan ve yılların oluşturduğu isimlerini biraz zedeleyen ünlülerimize ithaf olunur!...
|