30 Ekim 2015

Bu bir vatan görevi: Mutlaka gidip oy verelim...

Ya iyi-kötü yeniden demokrasiyi ihya edeceğiz. Ya da kaba ve kör bir diktatörlüğe teslim olacağız!

Seçimden önce son bir yazı yazmak istedim. Dolayısıyla sinema yazılarım yarına kaldı.

Evet, umutlu olmak için de nedenler var, umutsuz olmak için  de...Son açıklanan seçim sonuçları tahminlerinde AKP’nin hala yüzde 40’ın üzerinde oy alacağı, hatta son seçimlere göre az da olsa oyunu arttıracağı öngörüleri vardı.

Kızmaz mısınız, umudunuzu yitirir gibi olmaz mısınız? Herkesin gözü önünde oynanan bu traji-komedinin hala uyarmadığı ve uyandırmadığı önemli bir kitlenin varlığına öfkelenmez misiniz?

Ama kızmanın faydası yok. Koca bir kesimi de en kibarı ‘göbeğini kaşıyan adam’ olup ‘inek’ lafına dek giden biçimde kabalıkla anmanın da ne yararı, hem de demokratik bir yanı var!.

Bize düşen, her koşulda ve her sonuçta yola devam etmek. Çünkü ülke tam bir dönüm noktasından geçiyor. Ya iyi-kötü yeniden demokrasiyi, parlamenter rejimi ve hukuku ihya edeceğiz. Ya da kaba ve kör bir diktatörlüğe teslim olacağız.

Fethullah Hoca’yı kırmızı listeye koymak!...

Genelde bu siteyi okuyanlara zaten benim öğreteceğim pek bir şey yok. Okumayana ise ulaşmak mümkün değil. Ama yine de, belki birkaç kişiyi olsun uyarırım diye son birkaç söz etmek istiyorum.

Ülkemizi kurtarmanın son çaresi, şimdilik bu seçimdir. Yoksa o takım hala iktidarda olacak. Kaybettikleri takdirde yalnızca iktidardan uzaklaşmakla kalmayacak, çoğu gerçek bir hukuk sisteminde, restore edilmiş bir yargı önünde hesap verecekler. Çaresi yok...

Telaşları bundan...Onun için, Fethullah Gülen gibi yapıp ettiği elbette tartışılabilecek, ama herhalde en büyük terör başlarıyla, eli kana bulanmış çete reisleriyle ayni kaba konması asla düşünülemeyecek bir dini lideri ‘kırmızı liste’ye alabiliyorlar...

Davutoğlu onun için seçime üç gün kala birden cebinden bir Zati Sungur edasıyla yeni vaadler çıkarıyor: öğrencilerden erbaşa, memurdan esnafa üç-beş kuruşluk ‘iyileştirmeler’...

Elbette bunu ‘önemsiz vaadler’ diyerek küçümsemiyorum. En küçük bir maddi desteğin bile insanlarımız için önemini takdir ediyorum.

Ama tüm bu paracıkların, son günde ’10 Yeni Vaad’ başlığıyla dağıtılması ve artık bu küçük hediyelerden medet umulması, iktidardaki korkuyu açıkça göstermiyor mu? Ki onlar bu ülkeden görülmemiş bir rant ekonomisiyle yakınlarına neler, neler vermediler!.. Yalnız Bilal oğlana da değil!...Bu büyük yağmanın hesabının sorulması, garibana verilecek üç-beş kuruşla engellenebilir mi?

Ki o kadarını, hatta daha fazlasını muhalefet de vaad ediyor. Hem de pisliğe bulaşmamış tertemiz elleriyle.. Hangisi tercih edilmeli? 

İpek Koza grubuna yapılanlar

Ve yine bu telaşla medyanın en önemli gruplarından birine öylesine saldırıp zorla içeri girmeyi, iki kanalın yayınlarını durdurmayı, basılmış gazeteleri çöpe atmayı da becerdiler. Bugün ve Kanaltürk’e, oradaki tüm dostlarımıza ve ayrıca tüm İpek Koza Holding grubuna geçmiş olsun diyorum. 

Tüm bunlara karşı şimdilik yapabileceğimiz tek şey oy vermek. Lütfen mutlaka gidip oyumuzu verelim. AKP olmasın da hangi parti olursa olsun.... Tüm diğer partiler, farklı biçimlerde de olsa ülke yararına politikalar savunuyor. Aslında bu farklılık bir tür çeşitlilik, giderek zenginlik yaratıyor. Ve belki bir koalisyonu gerekli kılıyor. Bunda ne sakınca var?

Ben kendi adıma geçen sefer HDP’ye oy vermiştim. Bu kez baraj sorunu kalmadığına göre, belki CHP’ye veririm. Çok fark etmez.

Ama şunu unutmayalım. Sonuçlar gerçekten önemli, giderek yaşamsal.. Çığ gibi artan baskılar; hukukun H’sine bile uymayan baskınlar; şirket, kanal, gazete kapatmalar... Gazetecilere saldırılar, polise, askere ve sivil halka yönelen suikastler... Ufukta sanki gözüken bir iç savaş belirtileri... 

Ayağımızın altından kayan bir vatan

Ama aynı zamanda, sanki maddi olarak da ayağımızın altından kayıp giden bir vatan. Görülmemiş bir rant ekonomisiyle ülkenin her bir karış toprağına, tüm boş alanlarına, doğasına ve tarihine el koyma girişimleri... Adım başı dikilen yüksek yapılar, insanları kentten ve gerçek yaşamdan koparan siteler, her yere yapılan gökdelenler. Yağmalanıp duran eşsiz doğa köşeleri, İztuzu’ndan İğneada’ya yok edilmeye çalışılan doğa harikaları.

Örneğin İstanbul’da yaşamanın artık giderek son derece zor, neredeyse imkansız hale gelmesi. Bir yerden öbürüne gitmenin saatler alması, bir kıtadan diğerine geçmenin bir tür meydan okumaya dönüşmesi.

Niçin? En son Türkiye Trafik Kazalarını Önleme Derneği başkanı avukat Hitay Güner şöyle demiş: “Her yere en yüksek yapılar dikiliyor.  Bu da mevcut yollarla bağdaşmıyor. Gökdelenlerin araç yükünü artık bu yollar kaldıramaz”..

Yağmaya dur demenin zamanı

Eğer sizler de her gün  bu yollarda saatler harcayanlardansanız... Bu yağmaya son verip kenti ve de tüm büyük kentlerimizi yeniden çağdaş bir planlamayla yönetmeyi vaad edenlere kulak verin.

Yoksa yakında başta İstanbul birçok kentte yerimizden kımıldayamayacak hale geleceğiz!...Sırf beyler tümüyle inşaata dayalı bir ekonomiyi ve bitmeyen bir eş-dost, amca-yeğen, ahpap-akraba kayırma siyasetini seçtiler diye...

Yağmanın ayrıca tüm doğal zenginlik yörelerimizde de sürdüğünü hatırlatmak isterim; birer birer işgal edilen adalarımızdan, içinden beton bir rant yolu geçirilmeye çalışılan Karadeniz yaylalarına dek...   

Velhasıl bu seçim ülkemizi kurtarmak için çok önemli. Her açıdan...Lütfen gidip görevimizi yapalım, oyumuzu verelim...

Yarın: Haftanın Filmleri: ÇOK PİŞMİŞ ve FRANKENSTEİN

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"