29 Şubat 2016

Bir Oscar'dan kalan: Siyahilere saygı, bol sakal, faşizme ve tacize karşı mesajlar

Tiyatronun sahnesi hiç görülmediği kadar karaderiliyi konuk etti

Bir Oscar töreni daha yaşandı. Son yılların en ilginci olan ve çeşitli açılardan hem törenlerin, hem de ABD’nin tarihine geçecek gibi gözüken…

88. Oscar töreninden hem sinemasal, hem siyasal-toplumsal, hem çevreci mesajlar çıktı. Ve büyük bir sadelik, ama olgunluk içinde geçen tören, her izleyenin belleğinde iz bırakacak bir olay oldu.

Öncelikle zenci komedyen Chris Rock’ın sunuculuğu yine sade, ama yeterince esprili, yer yer keskindi. Tören öncesi başlatılan ‘siyahi düşmanı’ kampanyası onun da ilginç şakalarına vesile oldu.

Öte yandan, tiyatronun sahnesi hiç görülmediği kadar karaderiliyi konuk etti. Adım başı yaşlı-genç demeden siyahi (ya da onların deyimiyle Afro-Amerikan) vatandaşlar sahnede arz-ı endam ettiler. Aralarında Morgan Freeman’dan Samuel Jackson’a, Louis Gossett’den Whoopi Goldberg’e mesleğin en zirvesindekiler olduğu gibi, gencecik kız-erkekler de yer aldı. Ve geceyi bir tür siyahların şölenine çevirdi.

The Revenant- Diriliş beklendiği gibi Leonardo di Caprio’ya bu 6. adaylığında ödül getirdi. Ve o da, herkes de rahatladı!.. Di Caprio sahnede filmin de içerdiği bir çevre mesajı verdi ve büyük alkış aldı. Film yönetmeni İnarritu’ya üst üste ikinci kez yönetmen ödülü getirdiyse de, en iyi  film ödülünü Spotlight’a bıraktı. Çoğumuzun düşünüp umut ettiği gibi

Bu önemliydi, çünkü gazeteciliğin tüm dünyada, ama özellikle bizde böylesine ayaklar altına alındığı ve baskı gördüğü bir dönemde, bu filmin içerdiği gazetecilik- iktidar ilişkileri ve verdiği basın özgürlüğü mesaji daha da önem kazanıyordu. Şimdi umulur ki en büyüğünden en küçüğüne tüm ilgililer filmi görür ve gereken dersi alırlar.

Ayrıca Spotlight’ın verdiği ‘çocuk istismarına paydos’ mesajı da geceye damgasını vurdu. Özellikle Lady Gaga’nın besteleyip piyanonun başında bizzat söylediği ve Amerikan üniversitelerindeki taciz ve tecavüz olaylarına dair o enfes şarkıyla… Alışıldığı gibi eksantrik ve uçuk olmayıp gayet sade bir tuvaletle çıkan Lady Gaga’yı takdim etmekse ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden'a düştü. Bu, törenlere sanırım en yüksek düzeydeki resmi katkı…

Lady Gaga’yla birlikte sahnede eskiden tacize uğramış gençler olduğu belirtilen geniş bir grup da yer aldı. Kollarında Survivor- Hayatta Kalan, Unbreakable- Mağlup Edilmeyen, Not Your Fault- Senin Suçun Değil gibi dövmeler taşıyan…Bu gösterinin sayısız davetlinin gözlerinde yaşlara neden olduğu da açıkça görüldü.

Ayrıca törenin sonunda sahneye çıkan, Spotlight ekibinin bir düzineyi aşkın ekibinden bir yapımcı şöyle dedi: “Papa Francis küçükleri korusun ve insanların imanını tazelesin”. Kilise kökenli onca tacize karşı sağlıklı bir mesaj değil mi? 

Yabancı filmlerde ödül Mustang’a değil, Macar filmi Saul’un Oğlu’na gitti. Akademi bu kez şirinlik ve duygusallıktan çok yaşamsal bir mesajı ve ustaca deşilen bir büyük insanlık suçu hikâyesini seçmişti. Gayet anlaşılır biçimde…

Çünkü faşizm de birçok ülkede yeniden yeşermekte olan bir canavar değil miydi? Ama ziyanı yok, Mustang görevini yaptı. Ve orada Fransa’dan çok Türkiye adını ve imajını temsil etti. Hem de büyük başarıyla…

Önemli ödülleri adet olduğu üzere iki değil tek bir sanatçının sunduğu gecede, Brie Larson’un kadın, Alicia Vikander ve Mark Rylance’ın yardımcı oyuncu ödülleri genel bir kabul gördü; beklenen ve onaylanan şeylerdi. En iyi film şarkısını son James Bond filmi Spectre’in şarkısı alırken, en iyi film müziğinin Ennio Morricone’ye gitmesi çok yerindeydi.

Tam 88 yaşında ve ancak altıncı adaylığıyla bu ödülü zenci caz dehası Quincy Jones’un elinden alan usta bestecinin İtalyanca konuşması ve ödülünü eşi Maria’ya adaması ilginçti; demek ki bu yalnızca bir Amerikan geleneği değil!.. Bu ödül gerçi gecenin bence en unutulmuş filmi Carol’a hiç olmazsa Carter Burwell’in olağanüstü müziğiyle getirebileceği bir ödülü engelledi. Ama ziyanı yok; Burwell daha çok ödül alır, zamanı bol…

Bizim eleştirmenlerden çoğunun gözdesi olan son Mad Max tam altı ödülle gecenin bir başka talihlisi oldu. Ama hepsinin teknik dallarda olduğu da bir gerçek… 

Geçen yıl ölenlerin harika bir şarkı eşliğinde anılması güzeldi. Kimler kimler gitmiş; Wes Craven’den Alan Rickman,’a, Ettore Scola’dan Chantal Akerman’a, Maureen O’Hara’dan Lizabeth Scott’a, Christopher Lee’den Ömer Şerif’e, Haskell Wexler’den Douglas Slocombe’a, James Horner’den David Bowie’ye, Theodore Bikel’dan Leonard Nimoy’a

Gecenin bir özelliği sakal bolluğuydu. Ve hemen herkes sakallı- bıyıklı çıktı. Aralarında tipik IŞİD sakalından tipik Türk usulü TV dizisi sakalına dek her türlüsü vardı!...

Gecenin sonunda Chris Rock’ın kurabiye dağıtması sanki geçen yıllardan kalma bir espriydi. Ama rağbet gördü; üç küsur saattir orada oturan acıkmış konuklar, başta Morgan Freeman, pakete hücum ettiler. Ceyda Düvenci ve Yekta Kopan’ın ev sahipliğinde Mehmet Açar ve Melis Behlil de yorumlarıyla geceye katkıda bulundular. 

Yazarın Diğer Yazıları

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

Belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi

Tümüyle sadizm ve sado-mazoşizm duygusu sinmiş "Barda 2", belki tüm zamanların en kanlı Türk filmi olmaya adaydır. Bu kıyımdan kurtulan pek azdır. Böyle bir filmin bir kadının elinden çıkması kendi başına bir olaydır bence...

"
"