08 Haziran 2024

Bir korku filmleri ustasının kızı işe başlıyor

Kimi sahnelerde kişileri karşı karşıya iki gurup haline getiren... Ya da, daha iyisi (ve zoru) bir kahramanı aynada kendi kendisiyle karşılaştıran çekimler... Bunlar da sanırım kameranın ardındaki Eli Arenson’un becerisinin bir sonucu sayılabilir

 

GÖZCÜLER   

X  X  ½

(The Watchers)

Yönetmen: Ishana Shyamalan
Senaryo: A. M. Shine, Ishana Shyamalan
Görüntü: Eli Arenson
Müzik: Abel Korzeniowski
Oyuncular: Dakota Fanning, Olwen Fouere, Georgina Campbell, Alistair Blammer, John Lynch, Siobhan Hewlett, Hannah Dargan

New Line Films yapımı, 2024

Gözcüler filminden bir kare (Kaynak: Beyazperde)

Kaliteli korku filmi denince akla gelen ilk isimlerden biri olan M. Night Shyamalan’ın kızı Ishana Shyamalan’ın TV için yaptığı Servant filminden sonraki filmi haftanın sürprizlerinden... Babasının hayranları arasında olan bendeniz de filme heyecanla koştum. Ama birçok ilginç ögeye karşın tam doyuma ulaştığımı söyleyemem.

Önce babasına biraz değinelim. 1971 doğumlu ve Hint kökenli M. Night Shyamalan 1992’de başladığı kariyerinde birçok ilgi çeken film yaptı. Her biri kendine göre farklı ve özgün birer gerilim içeren... Başlıcaları arasında Altıncı His, Ölümsüz, İşaretler, Köy, Sudaki Kız, Mistik Olay, Ziyaret, Parçalanmış, Glass gibileri sayılabilir. Bu filmdeyse sadece yapımcılığı var.

M. Shine adlı yazarın romanından yola çıkan hikâye, Batı İrlanda’nın Galway yöresindeki yoğun ormanlarda açılıyor. Ve bir ağaca asılı olan Dönüşü Olmayan Nokta- 108 diye yazan bir tabela görüyoruz. Bir kuş sürüsü birden gökyüzünü kaplıyor (film boyunca birkaç kez daha geçecekler); sonradan burada ağaçların yüzde 70’inin kesildiğini öğreniyoruz. Sonra o ormanda dehşet içinde bir şeylerden kaçan birini görürüz. O arada hayvan satan bir dükkânda çalışan ana kahramanımız Mina, sarı bir papağanı alıcısına teslim etmek üzere yola çıkıyor. Ama ormanda arabası stop ettiğinden yolunu kaybediyor ve bunu yapamıyor. Darwin adını verdiği bu yaratık, tüm macera boyu ona eşlik edecektir.

Sonra birbirinden garip şeyler oluyor. Mina habire Dönüşü Olmayan Nokta tabelalarıyla karşılaşarak çok ürktüğü bir anda, bir ev buluyor. Kümes adının verileceği bu evde, üç ürkmüş insanla tanışıyor. Madeline adlı yaşlı bir kadın, Ciara adlı bir genç kız ve Daniel adlı bir genç adam... Bunlar bir aile değildir; ama ormanın gizemleri üzerine hayli bilgilidirler. Ve Mina’ya dersler vermeye başlarlar. Bu arada Mina geçmişini hatırlayacak, annesi ve diğer kız kardeşiyle yaşadığı dramın azabını çekecektir.

Başta en çok gözcüler”den  korkma gereği vardır.... Öylesine ki “Eğer onların kurallarına uyarsak, bize yaşama izni veriliyor” denir. Arada birbirinden ürkünç sahneler gelir: Bir kuyunun dibine inmek zorunda kalan Mina, orada bir bisiklet ve daha neler neler bulur... Ama ölümden de zor sıyrılır. Eski bir binanın bodrumunda eski usul TV ekranları, pikaplar, teypler bulunur. Öylesine ki Daniel ve Ciara bir ara teyp müziğiyle dans etmeye koyulurlar. Filmin tek neşeli sahnesi!... Ayni biçimde orada TV’ye verilmiş eski söyleşiler de çıkar. Ve Roy Kilmantin adlı bir profesörün kitabı temel konusu “Perilerle birlikte yaşamak” olan...

Ama aslında asıl korkunç gerçekler sıralarını beklemektedir. O da en kaba deyimiyle ‘yerin altına sığınmış asıl yaratıklar’dır!.. Yani, gözcüler... Öylesine ürkünç bir canavar ordusu vardır ki, o ormanın derinliklerinde... Film onları gereğince ürkütücü biçimde gösterir. Upuzun figürleri, titrek siluetleri, masal cadısı bakışlarıyla...Tüm o iyi-kötü karakterler göründükleri gibi midirler? Yoksa hepsinin içinde bambaşka birer kişilik mi yatar?.. Final bile bu soruya kesin bir yanıt veremez. Ve bu tuhaf film, beklenmedik biçimde bir ‘kadınlar zaferi’ ile sonuçlanır.

İlk yarıda hayli sürükleyici biçimde akan bu hikaye, belli bir noktadan sonra absürt yollara sapıyor. Ve genç Shyamalan usta babasının düzeyine erişemiyor. Eli Arenson’un görüntüleri, Abel Korzeniowski’nin  yoğun müziği; başta Dakota Fanning olmak üzere gençlerde Georgina Campbell ve Olivier Finnegan; yaşlılarda ise Olwen Fouere ve John Lynch’in oyunlarına rağmen...

Bir şey daha eklemek istiyorum. Kimi sahnelerde kişileri karşı karşıya iki gurup haline getiren... Ya da, daha iyisi (ve zoru) bir kahramanı aynada kendi kendisiyle karşılaştıran çekimler... Bunlar da sanırım kameranın ardındaki Eli Arenson’un becerisinin bir sonucu sayılabilir.


Not: Sevgili okurlarım. Bu ayın Milliyet-Sanat dergisindeki geleneksel Sinemanın Hazineleri köşemde 1958 yapımı Günaydın Hüzün- Bonjour Tristesse filmi yer aldı. Fransız yazarı Françoise Sagan’ın romanından Otto Preminger tarafından uyarlanan filmde Deborah Kerr, David Niven, Jean Seberg, Mylene Demongeot, Geoffrey Horne, Juliette Greco, Jean Kent gibi oyuncular var.

Atilla Dorsay kimdir?

Atilla Dorsay. 1939 İzmir, Karşıyaka'da doğdu. Çocukluğu zor savaş yıllarında geçti. O yıllardan her şeyin karneyle alındığını, radyolardan yayılan savaş haberlerini ve ilk sinema deneyimlerini oluşturan savaş üzerine filmleri hatırlıyor.

10 yaşındayken ailesi sırf onu Galatasaray Lisesinde okutabilmek için İstanbul'la göç etti. Böylece Fransız kültürüyle yetişti.

Güzel Sanatlar Akademisi'nde (şimdiki Mimar Sinan Üniversitesi) mimarlık okudu. Hayatta her koşulda koruduğu estetik bakışını bu temele borçlu olduğunu söyler.

Rehberlik, gazetecilik ve eleştirmenlik yaptı.

1966'da başladığı Cumhuriyet gazetesindeki yazılarını 27 yıl boyunca sürdürdü.

Bu aralıkta Leman Dorsay'la evlendi. İki çocuk ve üç torunu oldu.

Sonraki yıllarda Cumhuriyet'ten kendi isteğiyle ayrıldı. Kısa bir süre için Milliyet'te devam eden ve hâlâ süren dergi yazarlığı yaptı.

Yeni Yüzyıl'da yepyeni bir gazeteyi yaratmanın keyfini yaşadı. Daha sonra Sabah gazetesinde devam etti. Buradan kendi deyimiyle, "ilkesel bir tavırla" ayrıldı: Bir yazısında, (Emek Yoksa Ben De Yokum) okuruna Emek sineması üzerine verdiği bir sözü tutmak için.

Dorsay, 2013'ten beri, "Özgür, serbest, hiçbir konu, yer ve zaman kısıtlamasına tabi olmadan... Ama artık maaşsız!.. Ve çok yakında tam on yılını dolduracak olan..." sözleriyle işaret ettiği T24'te yazıyor.

Dorsay'ın kültür-sanata dair birçok alanda çabaları oldu. İKSV'de çalışıp yıllar boyu İstanbul Sinema Festivali'nin kadrosunda yer aldı. Dünya çapında sayısız ünlüyü basın toplantılarında sundu, söyleşiler yaptı, fotoğraflarını çekti.

TRT'de, hem haftalık müzik programları yaptı, hem de filmler sundu. Özellikle sinemanın 100. yılının kutlandığı 1995 yılı ve sonrasında sayısız klasiği Murat Özer, Alin Taşçıyan, Müjde Işıl gibi genç meslektaşlarıyla birlikte tanıttı.

Sinema Yazarları Derneği'ni (SİYAD) kurdu ve uzun yıllar başkanlığını yürüttü. Ödül gecelerini özenle seçilmiş sunucular ve müzisyenlerle sundu. Yine kendi sözleriyle; "zamanı geldiğinde tüm bu görevleri genç arkadaşlarına bırakmayı da ihmal etmedi".

Dorsay'ın en büyük üretimleri kitapları. 1970'lerden itibaren eleştirisini yazdığı tüm filmleri Türk ve yabancı sinema olarak tasnif ederek pek çok kitapta topladı. Bu kitaplar, son 50 yılın bir dökümü niteliği taşıyor.

Aynı zamanda İstanbul, Beyoğlu, şehircilik; biyografiler (özellikle Türkan Şoray ve Yılmaz Güney), söyleşiler, seyahat notları, hikâye, hatta şiirler de yazdı.

Müzik merakını görkemli bir arşivle birlikte sunduğu bir eser yayımladı. Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adıyla yayımlanan bu kitap, 20. yüzyıl pop-müzik tarihini anlatıyor.

Tartışmalar, Polemikler, Kavgalar adı kitabı Eylül 2022'de yayımlandı.

Kitaplarının sayısı şimdilerde 60'ı aştı, ama daha sayısız projesi var. T24 Yazıları -Pandemi Günlerine Doğru: Sanat ve Siyaset Ekim 2023'te, "Unutulmaz İnsanlarımızla Konuşmalar" 2024'te okurla buluştu. Ardından daha birçoğu da gelecek. Kendisinin dediği gibi "Allah kısmet ederse!.."

Yazarın Diğer Yazıları

Animasyon sinemasında yeni bir zirve

Acaba ben de çok şey öğrenmedim mi bu filmden?

Sempatik bir serinin tıkır tıkır işleyen son ürünü

Efsanevi yapımcı Jerry Bruckheimer’in, Belçika kökenli yönetmen ikilisi Adil El Arbi and Bilall Farrah’ın, son derece başarılı görüntü yönetmeni Robrecht Heyvaert’in çabaları sonuç vermiş

Başka ünlüler, değişik geziler, emeği geçenler

Safranbolu adı safran bitkisinden geliyor. Bu bitki çok değişik bir tat içeriyor. Nitekim kendine özgü Safranbolu çayı, Safranbolu kolonyası da var. Yemeklerine gelince... Doğrusu çokluk belediyenin yemekhanesinde konuklarla bir araya geldiğimiz için, pek ağız tatları deneyemedik