18 Mart 2018

Bir Japon adasında, kayıp tanrıçanın mezarı peşinde...

Onca dövüşten, beladan ve badireden sadece birkaç uyduruk çizikle çıkabilen kişiler de artık komedinin sınırlarını zorluyor

 

LARA CROFT: TOMB RAİDER      X  X  ½

Yönetmen: Roar Uthaug
Senaryo: Geneva Robertson - Dworet, Alastair Siddons
Görüntü: George Richmond
Müzik:  Junkie XL
Oyuncular:  Alicia Vikander, Dominic West, Walton Goggins, Daniel Wu, Kristin Scott Thomas, Derek Jacobi, Alexander Willaume, Hannah John-Kamen

Warner-Bros, MGM yapımı

 

 

Lara Croft bir bilgisayar oyunundan yola çıkarak 2000’li yıllarda beyazperdeyi şereflendirmişti. Angelina Jolie’nin hayat verdiği bu güzel, dövüşçü, boksör ve atlet kadın karakteri, belli ki özellikle kadın seyirciyi salonlara çekmek ve ‘üstün-adam’ lafını sarsmak için yapılmıştı. Bu açıdan yalnız feministler değil, kadınlara sevgi-saygı duyan herkesin ilgisini çekmek amaçlanmıştı.

Ne var ki ilk filmler hayli sıradandı. Bugünküyle aynı adı taşıyan ilki, zaten çok benzer bir öyküyü anlatıyordu: meraklı ve maceracı bir arkeolog olan babası, eski inançlara göre ebedi uykuya dalmış olan bir ‘kötülükler tanrıçası’nın uyandırılıp insanlığı yok etmesini önlemeye çalışırken kayıplara karışan bir kız çocuğunun, yıllar sonra onu araması...

Ve Jolie’nin kayıp babasını perdede gerçekten de babası olan Jon Voight canlandırıyordu. Filmin belki en ilginç yanı da buydu.

Ama ne Simon West’in yönettiği bu film, ne de Jan de Bont imzalı ikincisi eleştirmenlerden onay alamadılar. Seyirci en güzel çağındaki Jolie’nin hatırına belli bir ilgi gösterdiyse de seri devam etmedi. Kimi TV yapımlarına yol açtıysa da...

Bu yeni film de benzer bir kaderi paylaşacak gibi görünüyor. 

Aslında iyi, hatta çok iyi başladığı söylenebilir. Çünkü Alicia Vikander denen o harika yaratığın günümüz Londra’sında  önce bir kadın boksör, sonra da garip bir av partisinin avı (!) olarak karşımıza gelmesi ve bunları anlatan çekimlerin parmak ısırtan başarısı insana umut veriyor.

Sonra, bu filmde (eski ve klasik Mısır yerine) Japonya ve onun ünlü adalarından Yamatai olarak seçilen ülke işin içine giriyor. Annesiz büyümüş, babasını çok sevmiş ve hep çocukluğunu hatırlayan bir Lara Croft, kaybolmasından yedi yıl sonra bile onun öldüğünü kabul edip bir belgeyi imzalamak ve böylece Croft imparatorluğunun servetine konmak yerine, o ırak coğrafyaya gidip ölü kraliçe Himiko’nun mezarını aramanın peşine düşüyor. 

İlk andan itibaren, Vikander’in kendine özgü biraz soğuk güzelliğine eşlik eden büyük fiziksel yetenekleri ve oyun gücü bizi tutsak alıyor. Ve sanırım Angelina Jolie’den daha gerçek duran bu karaktere inanıyoruz.

Aynı biçimde, filmin aksiyon sahnelerinde yönetmenin hakimiyeti, görüntü yönetmeninin ustalığı ve dur-durak bilmeyen bir tempo da hoşa giden şeyler oluyor.

Ama özellikle ikinci yarı ilerledikçe, filmin hikayesi bir çizgi-romanın ya da bilgisayar oyunun sınırları dahilinde bile aşırı fanteziye kaçıyor. Ve her şey inandırıcılığını yitirmeye doğru gidiyor. Lara’nın marifetleri artık bir masala dönüşürken, onca dövüşten, beladan ve badireden sadece birkaç uyduruk çizikle çıkabilen kişiler de artık komedinin sınırlarını zorluyor.   

Dominic West kayıp babada, en son TV’de Vice Principals komedi dizisinde karşımıza gelen Walton Goggins kötü adam Vogel’de orta karar tipler çiziyorlar. İki klas İngiliz oyuncusu, Kristin Scott Thomas ve Derek Jacobi’ye doyamıyoruz: Çok az gözüküyorlar. Japon aktörü Daniel Wu’yla tanışmaksa bir zevk.  

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Aksiyon sinemasında çekici ve modern bir zirve

'Avcı Kraven'de pek uyum sağlamayan, karmaşık ve biraz zıt motifler olduğunu biliyorum. Ama belki bu filmin gücünü oluşturan asıl öge. Bunca tema içinde böylesine çekici bir filme ulaşmak... Kolay olabilir mi?

Son dönemin en büyük düş kırklığı getiren filmi

Her şeyin sonuç olarak bir özenti gibi durduğu "Hain"de, cesetler birbiri ardına geliyor. Sonu yok sanki... Sonunda bir tek başkan, yani Haldun Dormen sağ kalıyor. Acaba ona olan saygıdan mı dersiniz?

Kadın özgürlüğüne adanmış çok özgün bir komedi

Mukadderat; bir yandan yalnız bizde değil, tüm dünyada da var olan aile kurumunun miras denen olayla boğuşmasını ele alır. Öte yandan bu yaşlanmayı kabul etmeyen bir kadının portresidir

"
"